Continued from: Ruhçuluk - Ruhçu Öğreti Hakkında Bir Eleştiri - Ali Aksoy

Bir şey, bir bilinçle hareket ediyorsa bir ruhu vardır. Tabiat, diğer şeyleri evirip, çevirdiği, öldürdüğü, dirilttiği gibi, ruhu olan canlıları da evirip çevirebilir, öldürüp diriltebilir. Bir tohum, ölü iken toprağa atıldığında dirilir, yeni tohumlar üretir, sonra ölür ve ondan gelen ölü tohumlar aynı silsile ile tekrar dirilir.

İşte ölü olan tohumun içinde bir güç vardır ve o ölmeyen bir güçtür. Bu gücün, nefesi olan canlılardaki tezahürü ruhtur. Ruh, ölü tohumun içinde ölmeyen bir öz gibi nasıl görünmez olarak mevcutsa, insanda da böyle görünmeyen bir öz, bir ruh vardır. İnsan bedeni ölse de bu ruh ölmez ve varlığını sürdürür.

Şüphe yok ki, bu ruhu gözlemleyebilen hiç kimse olmamasına rağmen, tamamen uydurma olan hikayelerin ötesinde, “ölümsüzlüğü” önermesi bakımından ruhçuluk insan bilincinde çok çabuk kabul görmüştür. Çünkü insanın en temel kaygısına bir derman, bir çözüm sunmakta, en azından kendini avutmasına olanak sağlamaktadır. Ölümün gerçekliğini öteleyen, örten, önemsizleştiren, unutturan her şey değerlendirmeye değerdir.

Ruhun öldükten sonra ne olduğu, nereye gittiği, daha sonraları işleyen bir kültürel evrimle gelişecek ve birbirinden farklı, çok zengin içeriklere sahip dinler, kabuller ortaya çıkacaktır. Bizim bu yazımızın konusu işin bu kısmı değil.

Esasen, işin temeline baktığınızda, ruhçuluğun somut bir kanıta dayanmadığı, sadece bilgisiz bir gözlemin sonucunda oluşan bir çıkarım, bir varsayım olduğu ortadadır. Bilgisizdir çünkü, biyoloji, hücre, sindirim, sinir sistemi ve sair bilgilere vakıf olmayan insanların, tabiatta gördükleri ve ne idiği bilinemeyen şeyleri tali yollarla izah etmesi o koşullar altında beklenen bir tavır ve sonuçtur.

Sorun, bilgisiz gözlemin doğurduğu yanılgıda değil, daha sonra ortaya çıkan somut bilgi ve veriye rağmen bu zırvalıkların hala gerçek, kanıtlanabilir bir olgu gibi zihinlerimizde yer tutuyor olmasındadır.

Yazı devam ediyor…