Sürüden Devlete – Evrimin İnsan Topluluklarını Şekillendirmesi

Jean-Jacques Rousseau’ya göre insan doğadaki ilk halinde sürüler halinde değil, başına buyruk özgür bireyler olarak yaşıyordu. Doğa insanı olarak tanımladığı bu insanlar daha sonra “birlikten kuvvet doğar” ilkesini keşfettiler ve zorunlu ihtiyaçlarını daha kolay elde etmek için gruplar / sürüler haline geldiler. Ne var ki, Jean-Jacques Rousseau’nun vefatından hemen sonra dünyaya gelecek Charles Darwin tarafından açılacak bilgi yolu işlerin hiç de Jean-Jacques Rousseau’nun tahmin ettiği gibi olmadığını gösterecekti.

Evrimin “dini kurtarmak” gayesi ile reddedildiği toplumlarda insanların sürüler halinde yaşamasının bir tercih değil, hazır bulunan bir evrim mekanizması ve genetik dayatma olduğunun az bilinmesi normaldir. Gerçekten de, bir çok memeli canlıda görüldüğü gibi insanın evriminde de sürü halinde yaşamak evrim cenderesinde bazı türler için hayatta kalmanın en pratik yolu olarak ortaya çıkmış ve bu genetik miras nesilden nesile aktarılmıştır. Bu önermemizin doğruluğunu sürü halinde yaşamanın sadece memeli türlerin çoğunda görülmesi değil, daha özel bir alanda, insanın primat kuzenlerinin tamamında görülmesi de teyit etmektedir.

Şu halde, insan evriminin en erken dönemlerindeki yavrular gözlerini dünyaya açtıklarında zaten var olan bir sürünün üyeleri idiler. Bu sürünün ataerkil olma olasılığı fevkalade yüksektir. Bonomo maymunları ise, anaerkil yapısı ile primatlar içinde özel bir ilgi ve araştırmayı gerekli kılan istisna durumundadır. İnsan türü sürü halinde yaşamayı hazır bulduğunda, atalarından devraldığı sürü düzenini de hazır bulmuş olacaktır. Bu sürü, tek bir baskın erkek önderliğindeki klasik ataerkil küçük sürülerdeki gibi bir yapıya mı sahipti, yoksa bu gün bazı primat kuzenlerimizde gördüğümüz küçük ailelerden müteşekkil ama yine bir otorite altında fertlerin ve ailelerin statülerinin ayrıştığı daha büyük bir sürü şeklinde miydi ?

Primat kuzenlerimizin önemli bir kısmında, memeli türlerde gördüğümüz küçük sürü yapısı hakim durumda olduğuna göre, insan evriminin erken aşamalarında bir baskın erkek otoritesi altında, dişiler ve henüz sürüden uzaklaştırılmamış genç erkeklerden müteşekkil bir yapı bulunduğunu düşünmek mantıksız olmayacaktır. İnsan evriminin sonraki aşamalarında bugün şempanzelerde gözlemlediğimiz küçük ailelerden müteşekkil daha büyük sürülerin ortaya çıkmış olması muhtemeldir. Bunun kanıtlarından birisi, insan türünde ergenlik aşamasındaki gençlerin hırçın, “deli kanlı”, başına buyruk davranışlarıdır. Evrim hikayesinin sürü düzeyindeki mekanizmalarından biliyoruz ki, özellikle erkek ergen fertlerdeki hırçınlık onun sürüden uzaklaştırılarak yeni bir sürü kurması ve eski sürünün varlığını güçlü bir sürü lideri öncülüğünde sürdürmesi için gelişmiş genetik bir itki ve evrimsel bir mekanizmadır. Erkek ergen ferdin “içindeki bir şey” doğru zaman geldiğinde onu huzursuz, hırçın ve saldırgan yapar. Sürü liderine kafa tutar veya buna fırsat bulamadan sürü lideri tarafından sürüden kovulur. Biz insan türünün ergen fertlerinde aynı eğilimi gördüğümüze göre, evrim çizgimizde küçük klasik sürü yapısının var olduğunu söyleyebiliriz.

Zeka seviyesi ilerledikçe veya şartlar gerektirdiği için küçük sürülerin ileride tek bir baskın lider öncülüğünde statüsü düşük diğer küçük ailelerin bir araya gelmesi ile oluşacak büyük sürülere dönüşmüş olması muhtemeldir. İnsan türünde ergen dişi fertlerde de benzer hırçınlığın görülmesi, küçük ailelerin daha fazla büyümeden bir bölünme yaşamasına ve büyük sürü ve statü durumunun sürdürülmesine hizmet etmiş olmalıdır. Gerek ergen erkek gerekse ergen dişiler aileye kafa tutmak ve küçük sürüden ayrılıp kendi sürülerini kurmak için ayrılacaklardır.

Hangi biçimiyle olursa olsun kanımca bir sürü 3 ana bölümde irdelenmelidir. Baskın erkek yani sürü lideri, ergenlik çağında genç ve sürü liderine rakip erkekler ve dişiler. İnsan evriminin kendisine has zenginliklerinin bu üç bölüm için ayrı ayrı geliştiğini, nihai durumumuzda bu üç bölümün arasındaki ilişkilerin ve rekabetin büyük bir belirleyici olduğunu düşünüyorum. “Ahlaksız Evrim” isimli çalışmamda bu hususu detaylıca irdelemeye gayret ettiğim için burada sadece başlıktaki konu ile sınırlı olarak yazacağım.

Fakat bu aşamada, bilim insanlarının Bonomo maymunlarındaki anaerkil sürü düzeni hakkındaki bir tahminlerine değinmem gerekiyor. Bonomo ve Şempanze evrimi üzerinde araştırma yapan bilim insanlarına göre, bu iki grubu birbirinden ayıran ana unsur yaşadıkları bölgenin doğal bir afet zinciri sonucunda bir ırmak ile ikiye ayrılması, Bonomo’ların yiyecek bakımından daha zengin ve diğer türlerle rekabet yönünden daha avantajlı bir bölgede kalması, şempanzelerin ise bunun tam aksine daha rekabetçi olan tarafta yer almasıdır. Yiyecek bolluğu ve düşük rekabet Bonomoları daha uysal ve anaerkil yaparken, yiyecek azlığı ve diğer türlerle ve kendi aralarındaki rekabet Şempanzeleri daha saldırgan, daha hırçın ve ataerkil yapmıştır. Evrim mekanizmalarına çok fazla hakim olmayanlar için şunu söylemeliyiz ki, bir cümle önce kullandığım “yapmıştır” fiili, mevcut düzeni oluşturan genlere sahip bireylerin daha avantajlı olması sebebiyle hayatta kalması, üremesi ve böylece popülasyon içinde hakim gen haline gelmesi ile gerçekleşmektedir.

Eğer bilim insanlarının Bonomo maymunları ile Şempanzelerin evriminde sürü liderini ve sürü yapısını çevresel etmenlerin şekillendirdiği yolundaki bu önermeleri doğru ise, insan evriminde de insanın uzak mesafelere göç etmesi gibi bir durumun insanların sürü yapısını belirlediğini söylemek mümkün olabilecektir. Bilim insanlarına göre insanların yakın dönem atalarının uzak mesafelere göç etmesinin altında da aynı besin kıtlığı rol oynamıştır. Bu durumda, erken evrede olduğunu kuvvetli bir olasılık dahilinde gördüğümüz ataerkil yapının göç sebebi ile devam ettiğini ve belki şempanzeler gibi insan türünü de hırçın ve sert tabiatlı yaptığını söyleyebiliriz. Göç olgusu, ataerkil, rekabetçi ve saldırgan yapıyı desteklediği gibi göçte hayatta kalmak ve daha uzun mesafeler kat edebilmek için küçük ailelerden müteşekkil daha büyük sürüleri de gerektirmiş olabilir. Her ne kadar gıda kıtlığında, büyük sürülerin bu yönüyle bir dez avantaj doğuracağı iddia edilebilirse de, bir çok canlı türünde “sürü” denen kavramın ortaya çıkmasına sebep teşkil eden mantık burada da devreye girerek, türün hayatta kalması, daha büyük avlarla baş edebilmesi veya kendi türündeki büyük guruplara karşı kendini savunabilmesi için küçük sürüleri değil, büyük sürüleri zorunlu kılmış olabilir.

Bu önermemizin kanıtlarından biri, insanın geç dönem topluluklarında statü farkının bariz bir şekilde gözlemlenmesidir. Krallar, padişahlar, kağanlar, imparatorlar ile halk arasındaki “statü” farkı, çok eski dönemlerin kalıntıları olmalıdır. Yani, “seçilmiş, üstün, elit” aileler insanların kültürel olarak belirlediği entelektüel kavramlar değil, keskin statü farkları ile küçük ailelerden müteşekkil büyük sürülerde hali hazırda dahi bir çok tür içinde gözlemlenen evrimsel bir yapıdır. İnsan kültürel olarak bunu hangi kılıf altına sokarsa soksun dikkatli doğa gözlemcileri için olmakta olan şey, sadece “evrimsel açıdan olması gereken” doğal bir sonuçtur. Sürü içindeki statü sürü liderinin değişmesi ile veya yeni bir sürü kurulması ile değişir. İnsan türünün geç dönemlerinde farklı coğrafyalarda farklı kültürlerde aynı durumu görebiliyoruz. Otoriteyi bir şekilde elde eden kişilerin mutlaka kendilerini daha eski “asil” bir soya veya Tanrı Kral modelinde bununla da yetinmeyerek kendilerini “Tanrı’nın oğlu ve onun soyundan” gelmiş olarak takdim etmeleri aynı evrimsel gerekliliklerin kültürel bir sonucudur. Otorite güçle devralınsa bile, halk nezdinde geçerliliğinin ve saygınlığının olması için “asil” bir soy veya tanrı / peygamber ilintisinin kurulmasının gerekli olmasını başka hangi şey izah edebilir ?

“Size kimler derler, siz kimlerdensiniz hemşerim” sorularının içinde gizlenen aşiretçilik, kabilecilik, hemşericilik, ulusalcılık, ırkçılık, devletçilik, millicilik, muhafazakarlık, akraba evlilikleri, yabancı bir ülke ile oynarken yurt içinde küfrettiğin rakip takımın en fanatik taraftarı olmak, “bizden biri” bir başarı elde ettiğinde göğsü kabarmak, duygulanmak, tüyleri diken diken olmak gibi “grup müdafaasını” gösteren sayısı fevkalade uzatılabilecek davranış ve eğilimlerimizin ortak buluşma noktası genlerimizle şekillenen büyük sürü yapımızdır. Bu dürtülerden en çok arındığını iddia edenlerin dahi yakasını asla bırakmayacak, temeli hem çok eskilere hem de hemen içimizdeki DNA’mıza sinmiş bir eğilimdir.

Zeka seviyemiz geliştikçe ve ihtiyaçlarımız arttıkça yeni becerilerimiz ve tüm bunlara eşlik eden kültürel yapımız ortaya çıktı. Birbirimizle iletişimimiz geliştikçe, örflerimiz, adetlerimiz belirginleşti ve insana özgü sürü ve statü dinamikleri şekillendi.

Az yukarıda, evrim sürecinde memeli türlerde yoğun olarak görülen sürü yapısını 3 ana bölüme ayırmıştık. Kanım şu ki, sürüler toplumlara dönüştüğünde bu 3 grup da şekil değiştirmiştir. Sürü lideri devlete, genç erkekler muhalefete, dişiler de halka / kamuoyuna evrilmiştir. Devlet isimli yapının halkla ve muhalif tutumlarla irtibatı, sürü düzenindeki baskın erkek rolünü önemli ölçüde taklit etmektedir. Devletler, krallar, padişahlar ve sair toplumun en üst otoriteleri halkı daima “kendi malı” olarak görme eğilimindedir. Krala, padişaha kul, köle olmak evrimsel sürü yapısının pratik bir belirtisidir. Muhalif grupların otorite tarafından daima dışlanması, neyi savunuyor olurlarsa olsunlar muhaliflerin halk nezdinde itibar kazanmak için bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleler yürütmeleri sürü düzeninin klasik yansımasıdır.

Ahlaksız Evrim isimli çalışmamda sanatın sürü düzeninde genç erkeklerin dişilerle çiftleşebilme şansını arttırması sebebiyle bu grup tarafından geliştirildiğini öneriyorum. Tarih boyunca toplumları gözlemlediğimizde göreceğiz ki, sanat daima muhalefetin elinde gelişmiş, otoriteler sanata ve sanatçıya mütemadiyen mesafeli durmuşlardır. Sanatın pek çok türünün “dini bir yasak” olarak takdim edilmiş olmasında da otoritenin egemenliğini sürdürme gayretini bulabiliriz. Öteden beri sanat ve sanatçı devlet nezdindeki varlığını ancak otoritenin üstünlüğünü belgelemek, göstermek, ilan etmek amacıyla kullanılmak kaydıyla sürdürebilmiştir. Sanat namına geriye kalan yapıları ve ürünleri inceleyiniz. Tanrı ve kral güzellemelerinden başka bir şey bulamazsınız. Ötesine asla müsaade edilmemiştir. Kaderin cilvesine bakınız ki, en başarılı sanatçılar da hep aykırı ve muhalif gruplardan çıkmıştır.

Peki halk ? Halk daima, sürü düzeninin “dişileri” gibi davranır. Muhaliflerin sanatını sever, benimser, onları korur ama her zaman güçlünün yanındadır. Çünkü memeli evriminde dişiler için kritik olan şey yavru bakımıdır. Bunu kısaca güvenlik gereksinimi olarak isimlendirebiliriz. Türkiye’mizdeki modern adı “Beka” meselesidir. Halkta en ufak bir güvenlik endişesi fitili ateşleyin derhal devlet / otorite yanında safları sıkılaştıracaktır. Başka bir çaresi ve genetik olarak yapabileceği bir şey yoktur. Otoriteler de daimi düşmanlar icat ederek “sürü liderliğini” pekiştirirler.

Bu kısacık yazıda pek az kanıtla ortaya koyabildiğimiz, belki pek çoğunuza “kaba” gelecek bu genellemeler bize şunu anlatıyor. İnsan evriminde filmi 7 – 8 milyon yıl geriye sarıp bugüne kadar izleseniz, bugün gördüğünüz ve izlemekte olduğunuz tiyatronun ilkel, doğal ve en samimi biçiminden başka bir şey görmezsiniz.

Ali Aksoy – 29.11.2021