İç Güdülerin Evrimsel Kökenleri

Önce konuyla ilgili bir video…

Bir Bebek, Annesinin Memesini Emmeyi Nereden Biliyor? | İçgüdülerin Kökeni & Baldwin Etkisi

YouTube player

İç Güdülerin Evrimsel Kökenleri – Ali Aksoy

Otomatikleşmiş ve sonradan öğrenilmemiş davranış kalıplarına iç güdü deniyor. Bir bebeğin annesini emmesi, deniz kaplumbağası yavrularının yumurtadan çıkar çıkmaz denize doğru ilerlemesi, bir ceylan yavrusunun tehlike anında otların arasında hareketsiz beklemesi gerektiğini bilmesi, bir çok memeli canlı yavrusunun doğumdan hemen sonra yürüyüp koşabilmesi gibi sayısız örnek canlıların bazı davranışlarının herhangi bir deneyim ve dış uyaran olmaksızın adeta “paket içeriği” gibi genlerde hazır bulunan bir yapı ile ortaya çıktığını gösteriyor.

Ben içgüdülerin bu örneklerden daha derin boyutlu olduğunu düşünüyorum. Bu güdülenme eğiliminin sadece bebeklik zaaflarının giderilmesi ve bu suretle hayatta kalma amacının ötesinde, bireyin daha ileri yaşlarında da görülebilecek oto tepki ve belki de oto etki eylemlerini tetiklediği yönünde kuşkularım var.

İnsan zihni, sergilediği her davranış hakkında türlü gerekçeler üretebilir. Hatta bireyin öz benliğinde, iç barışın sağlanması için “kötü davranış” diye bir tanım yoktur. Başkalarınca fevkalade kötü sayılabilecek davranışlar dahi birey için makul, olması gereken, faydalı davranışlardır. Herhangi bir sebeple bireyin davranış örüntüsü değişirse, aynı ilkeler gereğince bireyin kendi davranışına ilişkin mazeret ve dayanakları da değişecek ve fakat her halukarda birey için mantıklı, gerekli, olması gereken olarak tanımlanmaya devam edecektir.

“Her ne olursa olsun, sizin havanız güzel olsun” tadındaki bu eğilim, kişinin davranışlarının gerçek nedenlerini bulmasının önündeki en büyük engeldir. Her ne yaparsa yapsın en güzel olanı yaptığına inanan ve birbirine zıt davranışlarının her ikisine birden kendince makul ve mantıklı bir gerekçe “uydurabilen” insan, bu uydurma çılgınlığının içinde uydurulmuş değil de gerçek olan nedeni nasıl bulabilir ?

Daha önceki bir yazımda “Özgür irade illüzyonu” üzerinde durmuş ve bu illüzyonun bilim tarafından nasıl deşifre edildiğini tartışmıştım.

İşte burada bir başka illüzyon var: Nedensellik İllüzyonu

Yapıp etmelerimizin dayanaklarına dair bir illüzyon. Her yaptığımız şeyin kendi irademizle seçilmiş olmasının ötesinde, kendimize dair gerekçelerinin bulunduğu illüzyonu. Bu şu anlama geliyor. Eğer, yaptığımız davranışları tetikleyen iç güdüsel süreçler varsa, biz bunu bu illüzyon sebebiyle asla fark edemeyiz. Zira, bize göre bu davranışımız kendi irademizle yapıldığı gibi, buna ek ve hatta dayanak olarak, kendimize göre makul, mantıklı sebepleri de vardır.

Mesela, şiddet eğiliminin hangi genlerle ilişkili olduğu yönünde pek çok çalışma yapıldı ve bunlardan bir kaç tanesi ortaya çıkarıldı. Bir belgeselde (Akıllan isimli bir belgesel serisine ait bölümdü ama şimdi linkini bulamadım), sülalecek şiddet eğilimi sergileyen bir ailenin son ferdine dair bilgileri izlemiştim. Bu belgeseldeki baş kahraman, genlerinde şiddet eğilimini tetikleyen bir varyasyon barındırıyordu. Şimdi bu adam (bir suç makinesi), karıştığı bir olayda, aşırı şiddet sergilediği herhangi bir davranışını, o kendisine ait bir davranış olduğu için sahiplenecek, savunacak ve dahası eş koşullar ortaya çıktığında muhtemelen tekrarlayacaktır. Bu adamın, taşıdığı genden ve bu genin kendisine yaptırdıklarından nasıl haberi olabilir ?

Bilim bize her gün kendimize dair olduğunu zannettiğimiz pek çok davranışın genetik kökenleri hakkında bilgiler veriyor. Daha bir kaç gün önce “Instagram’da ne kadar sayıda insanı takip ettiğinizi etkileyen bir gen varyasyonu” hakkındaki araştırmayı paylaşmıştım.

Bir bebeğin annesinin memesini emme davranışı ne kadar iradi ve özgür olabilir ?

Bu soruya “elbette iradi ve özgür değil” diyen bilinçler kendi davranışları hakkında da bu kadar rahat konuşabilirler mi ?

İşte özgür irade illüzyonu ve bu yazıda bahsettiğim “nedensellik illüzyonu” insanın kendi davranışlarındaki otomatik etkileri, iç güdüsel tetiklemeleri görmesini neredeyse imkansızlaştırıyor.

Bilim olmasa, ben bu iddiayı ileri sürme cesareti bulabilir miyim ?

Bir “deli” ile bizim aramızda irade yönünden ne kadar fark var ? İşte asıl sorulması ve üzerinde düşünülmesi gereken şey bu.

Belki de delilerde olmadığına inandığımız akıl, yaptıklarımızı çevre ile uyumlaştırabilme ve çeşitli mazeretlerle örtebilme yeteneğidir. İnsan gibi çok karmaşık davranış örüntülerine sahip canlılar olarak bizler, hayvanlara daha çok yakıştırdığımız iç güdüleri örtmek için elimizden ne gelirse yapıyoruz. Evrimin, bizi kendimizle barışık kılarak hayatta tutma “mekanizması“; yaptığımız davranışları, -bize ve hür seçimlerimize ait- olduğunu zannetiğimiz nedenleriyle birlikte algılamamızı sağlıyor. Böylece, yaptıklarımızla kendi öz benliğimiz arasında bir köprü kuruyor, etrafta gördüğümüz nedenselliği taklit ederek, davranışlarımızı aslında ait olmadıkları uydurulmuş bir nedene bağlıyoruz. Tüm bunlar, istemeden doğduğumuz bir yaşam hakkında farkındalık seviyesi yüksek beyinlerimizin neredeyse bir tabuya dönüşmüş gerçekliği algılamaması ve hatta mümkünse çarpıtması için.

Şimdi düşün…

Kendinin ve hayatın, olan biten olayların farkındasın. Bu yaşamı kendi tercihinle seçtiğine dair ortada hiç bir kanıt yok. Sana kimse doğmak ister misin diye sormadı. Hayata ve olaylara bakıp bir anlam arayışına girdin. Eğer bütün davranışlarının senin seçimlerinin ötesinde, dış etkenlerin ve genetik iç etkenlerin tetiklemesi sonucunda ortaya çıktığını bilsen, görünen gerçeklikte bir takım canlıların doğup, büyüyüp öldüğünü görsen, bu doğma ve ölme döngüsünün evrimsel kökenlerine baksan ve evrim isimli bir nedensellik olgusunun bir şeyleri arkadan ittirir gibi ısrarla sürdürdüğünü, evrendeki döngüsel yapıların gezegende de bir şeyleri döngüsel bir var oluşa sürüklediğini anlasan, din adı altında sunulan, hayata bir bütünlük ve anlam katma çabasının da atalarına ait, yine gökyüzündeki döngülerden esinlenilerek üretilmiş “usta işi metinler” olduğunu kavrasan ve en nihayetinde olan biten işlere dair hiç bir makul amaç ve anlam bulamasan ve belki bundan daha kötüsü bir “anlamsızlık” bulsan ne yapacaksın ?

Toplumdaki bütün bireylerin bunun ayırdında olduğunu düşün. Böyle bir canlı türü kesinlikle yok olacaktır. Hayata bir anlam yükleyememiş ve fakat yüksek bir farkındalığa sahip birey nasıl sosyalleşebilir, nasıl hayatta kalabilir ?

İşte biraz önce “evrimsel mekanizma” olarak nitelendirdiğim şey burada devreye giriyor. Öncelikle, davranışın hakkında eş zamanlı bir karar verdiğin yanılsamasını ortaya çıkarıyor. Böylece sen, ben yaptım, ahan da şimdi yaptım diyorsun. Bunun bir illüzyon olduğu Libett deneyi ile sayısız kere kanıtlandı.

Aynı mekanizma işi sağlama alıyor ve bu defa ikinci bir illüzyon ortaya çıkarıyor. “Ben yaptım ve şimdi yaptım” yargısına ek olarak, etrafta gözlemlediğin nedenselliğe uygun bir biçimde, şu sebeple yaptım dedirtiyor.

Akıllı bir insan şunu sormalı:

Bir insan, önceki bir davranışını sonradan değiştirse ve tam tersi bir istikamete yönlendirse, hem eski hem yeni davranışına nasıl gerekçe bulabilir ?

Sergilendiği zaman diliminde kişiye sorsanız her iki davranış kalıbına da neredeyse milyonlarca gerekçe üretebilir.

Şaka gibi !

Bu nasıl olabiliyor ?

Bu olmakta olanı “olduran şey” nedir ?

Ben buna “nedensellik illüzyonu” diyorum. İç barışını temin etmen ve hayatta kalman için muhteşem bir evrim numarası… Sadece bir mekanizma… Bunu başarabilen genetik varyasyonlar hayatta kaldılar ve ürediler. Bunu başaramayan atalarımız yok oldular. Seçilim ve evrim budur.

Peki…

Bir gün bilim, bu işi bütün çıplaklığı ile deşifre ederse, o zaman ne yapacağız ?

Muhtemelen koşullar bizim “bilgi ve bilgiden etkilenme” durumumuza nazaran daha makro ölçekli bir küme olduğu için yine “ağanın dediği” olacak ve illüzyonu daha kuvvetli bireyler yaşamı sürdürecek.

Haydi bir çılgın soru daha…

Epigenetik ileri derecede gelişip, bu illüzyon bütün insanlardan -genetik olarak- kaldırılırsa ne olur ?

İnsan, burun buruna geldiği bu “korkutucu anlamsızlıkla” baş edebilir mi ?

Ali Aksoy – 28.09.2021