Hırsızlık – Ceza Muhakemesinde Temyiz Süresi – Ceza Genel Kurulu – 2020/261 E. , 2021/77 K.

Ceza Genel Kurulu 2020/261 E. , 2021/77 K.

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 13. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 255-479

Sanık …’un, TCK’nın 142/1-b, 143, 35 ve 63. maddeleri uyarınca 6 ay 18 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba; aynı Kanun’un 145. maddesi gereğince sanığa ceza vermekten vazgeçilmesine ilişkin İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.03.2012 tarihli ve 98-164 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 29.09.2014 tarih ve 34760-27001 sayı ile;

“Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- 5237 sayılı TCK’nın 61/1. maddesine göre malın değerinin az ya da çok olması, temel cezanın belirlenmesinde alt sınırdan uzaklaşmak için bir kriter olup hırsızlık suçuna konu malın değerinin az olmasının TCK’nın 145. maddesinde ayrı olarak düzenlenmesi, kanun koyucunun hırsızlık suçunda malın değerinin az olmasına verdiği önemi göstermektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.12.2009 tarihli ve ve242-291 sayılı içtihadında belirtildiği üzere, ‘…daha çoğunu alabilme olanağı varken yalnızca gereksinimi kadar ve değer olarak az olan şeyi alma’ görüşünün, TCK’nın 145. madde uygulamasında bütünüyle reddedilmesi mümkün değil ise de, maddenin, yalnızca bu tanımlamayla sınırlandırılması da olanaklı değildir. 145. maddenin gerek ilk şekli, gerekse değiştirilmiş biçimi; ortak tanımlama ile, hırsızlık suçunun konusunu oluşturan değerin az olmasını temel almaktadır.

TCK’nın 145. maddesine göre, faile verilen cezada indirim yapılabilmesi için malın değerinin az olması yeterli olup hâkim indirim oranını TCK’nın 3. maddesinde öngörüldüğü üzere ‘işlenilen fiilin ağırlığıyla orantılı’ olacak şekilde saptamalıdır.

Değer azlığı nedeniyle ceza vermekten vazgeçme kararı verilecek ise; malın değerinin azlığı yanında ‘suçun işleniş şekli ve özellikleri’ de dikkate alınmalıdır. TCK’nın 145. maddesinin uygulanmasında hâkime takdir hakkı tanınmış olup hâkim takdir hakkını kullanırken keyfiliğe kaçmadan, her somut olaya uygun, yasal ve yeterli gerekçe göstermek suretiyle uygulama yapmalıdır.

Somut olayda ise; sanığın olay günü, mağazadan bir adet deri mont çalmaya teşebbüs ettiğinin anlaşılması karşısında, suçun işleniş şekli ve özellikleri itibarıyla ceza vermekten vazgeçilemeyeceğinin anlaşılmasına karşın, hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin tespiti ile değerin 50-60 TL’ye kadar olması durumunda, atılı suçun işleniş şeklide nazara alındığında TCK’nın 145. maddesi gereğince verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi,

2- Yargılama gideri olarak hesaplanan 12,60 TL’nin, CMK’nın 324/4 maddesine 6352 sayılı Kanun’un 100. maddesiyle eklenen değişiklik doğrultusunda terkin edilecek miktar olan 20 TL’nin altında kaldığının anlaşılması karşısında, hazineye yükletilmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kabule göre de;

Sanık hakkında ceza hükmü kurulmadan önce TCK’nın 145. maddesi uyarınca ceza verilmesinden vazgeçilmesine dair karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesince 08.07.2015 tarih ve 363-256 sayı ile, sanığın TCK’nın 142/1-b, 143, 35, 62, 53, 63 ve 54. maddeleri uyarınca 5 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanık hakkında 5 yıl denetim süresi belirlenmesine karar verilmiş, kararın kesinleşmesinden sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlediğinden bahisle dosyayı yeniden ele alan Yerel Mahkemece 28.05.2019 tarih ve 255-479 sayı ile verilen, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasına, sanığın TCK’nın 142/1-b, 143, 35, 62, 63 ve 54. maddeleri uyarınca 5 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba ve müsadereye ilişkin hükmün, bu kez sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 19.02.2020 tarih ve 13411-2209 sayı ile, sanık müdafisinin temyiz dilekçesini 15 günlük süre içerisinde vermesi nedeniyle temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilerek onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.03.2020 tarih ve 72802 sayı ile;

“…7035 sayılı Kanun ile CMK’nın 291. maddesinde değişiklik yapılarak 05.08.2017 tarihinden sonra verilen kararlar yönünden temyiz süresi 15 güne çıkarılmış ise de, 26.09.2014 tarihli ve 5235 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca ‘Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağına dair hüküm ve 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesindeki temyiz süresinin bir hafta olduğuna dair hüküm gözetildiğinde 13. günde sanık müdafisi tarafından yapılan temyiz itirazının reddine karar verilmesi yasal zorunluluktur. Zira, inceleme konusu dosya daha önce temyiz denetiminden geçmiştir ve dolayısıyla tekrar temyiz edildiğinde Yargıtay denetimine tabi olup 05.08.2017 tarihinde temyiz süresinin 15 güne çıkarılmasına dair hükme tabi değildir. Ayrıca, tefhim edilen kararda sanığın ve müdafisinin temyiz süresinde, başvuru yeri ve şekli konusunda yanıltılması da söz konusu değildir. Bu sebeplerle, sanık müdafisinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekir.” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 17.06.2020 tarih ve 5841-5767 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında hırsızlık suçundan ceza verilmesine yer olmadığına dair 20.03.2012 tarihli kararın Cumhuriyet savcısı tarafından temyizi üzerine Özel Dairenin 29.09.2014 tarihli ilamı ile bozulması sonrasında, Yerel Mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına; 28.05.2019 tarihinde de hükmün açıklanarak sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, yüze karşı verilen hükmün bu kez sanık müdafisi tarafından 10.06.2019 tarihinde temyiz edildiği anlaşılan dosyada; temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri uyarınca “bir hafta” mı, yoksa 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “on beş” gün mü olduğunun belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, son günü, bayram tatiline denk gelen temyiz süresinin resmî tatilin bitimine kadar uzayıp uzamayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın, 19.02.2011 tarihinde işlediği iddia olunan hırsızlık suçuna teşebbüsten cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, TCK’nın 145. maddesi uyarınca sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği,

Hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 29.09.2014 tarih ve 34760-27001 sayı ile bozulmasının ardından devam olunan yargılama sonucunda, bozmaya uyan Yerel Mahkemece 08.07.2015 tarih ve 363-256 sayı ile sanığın TCK’nın 142/1-b, 143, 35, 62, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 5 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba; CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar verildiği, kararın 16.07.2015 tarihinde kesinleşmesinden sonra sanığın denetim süresi içinde 01.08.2016 tarihinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle dosyayı ele alan anılan İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesince, açıklanması geri bırakılan hükmün CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanması suretiyle sanığın TCK’nın 142/1-b, 143, 35, 62, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 5 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, müsadereye ve mahsuba ilişkin 28.05.2019 tarihli kısa kararın hazır bulunan sanık müdafisinin yüzüne karşı verildiği,

Kısa kararın son paragrafında; “…Sanık müdafisinin huzurunda verilen karar; kararın sanık müdafisine tefhiminden itibaren 7 gün içinde hükmü veren mahkememize veya hükmü veren mahkemeye gönderilmek üzere herhangi bir yer Asliye Ceza Mahkemesine bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla müracaat edilebilecek temyiz yolu açık olmak üzere, yasa yoluna müracaat edilmediğinde kesinleşmek üzere, açıkça okunup gerekçesi ana çizgileri ile anlatıldı…” şeklinde açıklamaların bulunduğu,

Kısa kararın tefhim edildiği 28.05.2019 tarihinin salı gününe denk geldiği, tefhimden itibaren bir hafta olan 04.06.2019 tarihinin de salı gününe tekabül edip bu tarihin Ramazan Bayramının ilk günü olduğu,
Cumhurbaşkanlığı İdarî İşler Başkanlığının 18.04.2019 tarihli ve 66836956.010.07.01-70560 sayılı yazısı uyarınca “Kurum yöneticileri tarafından gerekli tedbirlerin alınarak hizmetlerin aksatılmaması, zorunlu hizmetlerin yürütülmesi için asgari sayıda personel bulundurulması kaydıyla” kamu kurum ve kuruluşlarındaki bütün çalışanların 3 Haziran 2019 Pazartesi günü yarım gün ve 7 Haziran 2019 Cuma günü tam gün idari izinli sayılmalarına karar verildiği,

Sanık müdafisinin 10.06.2019 havale tarihli süre tutum dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu, gerekçeli kararın 24.06.2019 tarihinde tebliğine rağmen ayrıntılı temyiz dilekçesi vermediği,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.

I- Son günü, bayram tatiline denk gelen temyiz süresinin resmî tatilin bitimine kadar uzayıp uzamayacağına ilişkin ön sorunun değerlendirilmesinde;

Kanun yolları, yargılama makamları tarafından verilen ve hukuka aykırı veya yanlış olduğu ileri sürülen kararların, kural olarak, başka bir makam tarafından tekrar incelenmesini sağlayan yasal yollar olup böylelikle, varsa hukuka aykırılık veya yanlışlıkların giderilmesi, doğru ve adalete uygun kararlarla, taraflarda ve toplumda güven duygusunun güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.

Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde kabul edilmekte olup bu hakla ilgili gerek uluslararası mevzuatta, gerekse iç hukukumuzda bir çok hüküm bulunmaktadır. Bu kapsamda örneğin; Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlığını taşıyan 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”, “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlığını taşıyan 40. maddesinde ise; “(1) Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. (2)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükümlerine yer verilmiştir.

Bir hüküm veya karara karşı kanun yollarının açık olması kural, kapalı olması ise istisnadır. Bu istisna da hukuk devletinde kabulü mümkün meşru bir amaçla, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama hürriyeti” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen “mahkemeye erişim hakkı” nın özüne halel getirmeyecek biçimde orantılı olmalı ve kanunda açıkça düzenlenmiş bulunmalıdır.

Temyiz hakkının kullanımına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra temyizde süre ve resmî tatil kavramları üzerinde de durulmalıdır.

1412 sayılı CMUK’nın temyizin süresini düzenleyen 310. maddesinde, yüze karşı açıklanan hükmün bu tarihten itibaren bir hafta içinde temyiz edileceği belirtilmiş, 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesi uyarınca da temyiz davası açılması için yedi günlük bir süre öngörülmüş iken, 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yedi” ibaresi “on beş” şeklinde değiştirilerek temyiz süresi on beş güne çıkarılmıştır.

1412 sayılı CMUK’nın “Günle tayin edilen mehiller” başlığını taşıyan 39. maddesinde; “Gün ile tayin edilen mehillerde mehlin cereyanını istilzam eden tebliğ veya vakıa günleri hesaba katılmaz.”, “Hafta veya ayla tayin edilen mehiller” başlığını taşıyan 40. maddesinde ise “Mehil, hafta veya ay olarak tayin edilmişse cereyana başladığı gün,son haftada isim ve son ayda sayı itibarile tekabül eden günün tatil saatinde ve şayet ay sonunda başlayıp da nihayet bulduğu ayda sayı itibarile mukabil gün yoksa ayın son gününde biter.

Son gün pazara veya her hangi bir tatile tesadüf ederse mehil; tatilin ertesi günü biter.” şeklinde düzenlemelere yer verilmiş olup benzer yönde düzenleme içeren 5271 sayılı CMK’nın 39. maddesinde ise;

“1) Gün ile belirlenen süreler, tebligatın yapıldığının ertesi günü işlemeye başlar.

2) Süre, hafta olarak belirlenmiş ise, tebligatın yapıldığı günün, son haftada isim itibarıyla karşılığı olan günün mesai saati bitiminde sona erer.

3) Süre, ay olarak belirlenmiş ise tebligatın yapıldığı günün, son ayda sayı itibarıyla karşılığı olan günün mesai saati bitiminde sona erer. Son bulduğu ayda sayı itibarıyla karşılığı olan gün yoksa süre, ayın son günü mesai saati bitiminde sona erer.

4) Son gün bir tatile rastlarsa süre, tatilin ertesi günü biter.” hükümlerine yer verilmiştir.

Diğer taraftan, 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’un 1. maddesinde 29 Ekim gününün Ulusal Bayram olduğu, Bayramın, 28 Ekim günü saat 13.00’den itibaren başlayıp 29 Ekim günü devam edeceği belirtilmiş, 2. maddesinde resmî ve dini bayram günleri ile yılbaşı günü, 1 Mayıs ve 15 Temmuz günlerinin genel tatil günleri olacağı açıklanarak, maddenin A fıkrasında 23 Nisan gününün, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı; 19 Mayıs gününün, Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı; 30 Ağustos gününün Zafer Bayramı günleri olduğu, aynı maddenin B fıkrasında ise dini bayramlardan olan Ramazan Bayramının arefe günü saat 13.00’ten itibaren üç buçuk gün; Kurban Bayramının arefe günü saat 13.00’ten itibaren dört buçuk gün olduğu hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir çözüme ulaşılabilmesi bakımından idarî izin kavramı üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı 50. maddesinde;

“Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.

Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.

Dinlenmek çalışanların hakkıdır.

Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “İzin” başlıklı 23. maddesinde devlet memurlarının bu kanunda gösterilen süre ve şartlarla izin hakkına sahip olduğu belirtilerek, aynı Kanun’un 102 ve devamı maddelerinde kamu çalışanlarının yıllık izin, mazeret izni ve aylıksız izin hakları yasal güvenceye bağlanmıştır. Bununla birlikte devlet memurlarına idari izin verilmesi konusunda 657 sayılı Kanun’da herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş olup idari iznin verilmesi 657 sayılı Kanun’un 100. maddesi hükümlerine dayandırılmaktadır.

“Günlük çalışma saatlerinin tespiti” başlıklı söz konusu maddede, günlük çalışmanın başlama ve bitme saatleri ile öğle dinlenme süresinin, bölgelerin ve hizmetin özelliklerine göre merkezde Cumhurbaşkanınca, illerde valiler tarafından tespit olunacağı, ancak engelliler için engel durumu, hizmet gerekleri, iklim ve ulaşım şartları göz önünde bulundurulmak suretiyle günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile öğle dinlenme sürelerinin merkezde üst yönetici, taşrada mülki amirlerce farklı belirlenebileceği, memurların yürüttükleri hizmetin özelliğine göre bu madde uyarınca tespit edilen çalışma saat ve süreleri ile görev yerlerine bağlı olmaksızın çalışabilmelerinin mümkün olduğu, bu hususa ilişkin usul ve esasların Cumhurbaşkanınca belirleneceği düzenlenmiştir.

Görüldüğü gibi idarî izin verilmesi hususunda açık bir yasal düzenleme bulunmamakla birlikte 657 sayılı Kanun’un 100. maddesi hükümlerine dayanılarak merkezde Cumhurbaşkanınca, illerde ise valiler tarafından devlet memurlarına idarî izin kullandırılmaktadır. Yetkili üst amirin kararıyla çalışma gününün tatil edilmesi olarak tanımlanabilecek olan idarî izin kavramı, resmî ve herkes için geçerli bir tatil anlamına gelmeyip, ilgili kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde çalışan devlet memurlarını kapsayan idarî bir tatil niteliğindedir.

Kurum yöneticileri tarafından gerekli tedbirlerin alınarak hizmetlerin aksatılmaması, zorunlu hizmetlerin yürütülmesi için asgari sayıda personel bulundurulması kaydıyla kamu kurum ve kuruluşlarındaki çalışanlara idarî izin kullandırıldığından, resmî tatilin aksine idarî izin süresinde yasal sürelerin işlemeye devam edeceğinde herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

Bu bilgiler ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;

1412 sayılı CMUK’nın 40. maddesinde, sürelerin, hafta olarak tayin edilmişse cereyana başladığı son haftada isim itibarıyla tekabül eden günün tatil saatinde sona ereceğinin açıkça hükme bağlanmış olması; 5271 sayılı CMK’nın 39. maddesinde de hafta olarak belirlenen sürenin, tebligatın yapıldığı günün, son haftada isim itibarıyla karşılığı olan günün mesai saati bitiminde sona ereceği şeklinde benzer düzenlemeye yer verilmesi karşısında, temyiz süresinin son gününün resmî tatil olan bayram gününe denk gelmesi durumunda, sürenin, bayram tatilinin bitimine kadar uzayacağının, ancak resmî tatil olmayan idarî izin gününde ise işlemeye devam edeceğinin kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.

II- Temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri uyarınca “bir hafta” mı, yoksa 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “on beş” gün mü olduğunun belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesinde;

07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve Geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir.

1412 sayılı CMUK’da olağan kanun yolları olarak itiraz ve temyize yer verilmişken, 5271 sayılı CMK’da itiraz, istinaf ve temyiz olağan kanun yolları olarak düzenlenmiştir.

5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yeni usul yasası sisteminde, yasa yolları içinde istinafa yer verilmesi ve bölge adliye mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinden sonra göreve başlaması nedeniyle 5320 sayılı Kanun’un “Temyiz ve karar düzeltme” başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrasında; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddeleri uygulanır.” hükmüne yer verilmek suretiyle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasından önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında 1412 sayılı CMUK’nın 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Başka bir anlatımla, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.

Bu genel açıklamalardan sonra temyiz başvuru usulünün ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gerekmektedir.

Yargılama makamlarının verdikleri kararlarda bir aykırılık veya yanılma olması durumunda bu hataları giderme yetkisi “kanun yolu” adı verilen denetim ile sadece yargılama makamları tarafından yapılabilir. Kanun yolu, aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından, sanık için olduğu kadar toplum için de büyük bir teminat olduğundan, bir insan hakkıdır (Feridun Yenisey – Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2017, s. 859, 860).

Bu anlayışa paralel olarak, Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”,

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinde ise;

“1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir…”

Hükümlerine yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere Anayasanın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yargılamada sanığa tanınması gereken asgari haklar belirtilerek adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmiştir.

Aynı şekilde, 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 numaralı Protokolünün “Cezai Konularda Temyiz Hakkı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında;
“Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımı, kullanımın dayanakları dâhil kanunla düzenlenir.” hükmüyle ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğu belirtilmiştir.

Olağan kanun yollarından sayılan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bozmadan önceki ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.

Bunlardan ilki istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “davasız yargılama olmaz” ilkesine uygun olarak temyiz davasının kendiliğinden açılması mümkün olmayıp bu konuda bir talebin bulunması gereklidir.

Kural olarak temyiz başvurusunun yazılı şekilde olması yani hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılması gerekir. Ancak zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle sözlü başvuruda bulunmak da mümkündür. Bu durumda beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkim tarafından onaylanır.

Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart olan süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi, anılan maddenin üçüncü fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar bakımından bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.

5271 sayılı CMK’nın 291. maddesi uyarınca da temyiz davası açılması için yedi günlük bir süre öngörülmüş iken 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yedi” ibaresi “on beş” şeklinde değiştirilerek temyiz süresi on beş güne çıkarılmış, anılan madde gerekçesinde; “Madde ile 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmaktadır.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında verilip istinaf sonrası temyiz denetimine tabi olan kararlara yönelik temyiz süresinin on beş gün olacağı hususunda her herhangi bir kuşku bulunmamakla birlikte, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen veya Yargıtayın temyiz incelemesinden geçen, bozma üzerine 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında yeniden verilen kararların temyiz süresinin ne olacağı hususunda Kanunda açıkça bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bilindiği üzere, usul kanunlarının zaman bakımından uygulanmasında asıl olan, aksi kanunda açıkça düzenlenmiş bulunmadıkça “hemen ve derhal uygulanma” ilkesidir. Anılan ilke uyarınca usul işlemleri yapıldıkları sırada yürürlükte olan muhakeme kanunu hükümlerine tâbi olacaktır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler. O hâlde ceza yargılaması sırasında, kanunlarda değişiklik yapılması veyahut dayanılan bir usul kuralına ilişkin kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi hâlinde, yeni kanun veya iptal sonucu ortaya çıkan usul prosedürü, devam etmekte olan işlemlere uygulanacak, ancak 5320 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen bu durum önceki kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde o kanuna uygun olarak gerçekleştirilen işlemlerin geçersizliği neticesini doğurmayacağı gibi, yenilenmesini de gerektirmeyecektir.

Bununla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi karşısında, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar bakımından hemen ve derhal uygulama ilkesi geçerli olmayacak, bu kararlar kesinleşinceye kadar Kanun’daki açık ve emredici düzenleme uyarınca 1412 sayılı CMUK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanmaya devam edecektir.

Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, istinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Bu bağlamda, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekmekte olup dilekçenin herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda temyiz isteminin reddi sonucu doğacağından madde gerekçesinde de ifade edildiği gibi tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmıştır. Başka bir anlatımla, kanun koyucunun, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlama tarihinden sonra 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanacağı hâllerde, temyizde sebep gösterme zorunluluğunu da dikkate alarak temyiz süresini yedi günden on beş güne çıkardığı anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, 7035 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin birinci fıkrası ile; “Bu Kanunla, 5271 sayılı Kanun’un 291. maddesi ile 6100 sayılı Kanun’un 361. maddesinde temyiz sürelerine ilişkin olarak yapılan değişiklikler, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” hükmü öngörülmüş olup 1412 sayılı CMUK’nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkanı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi dikkate alındığında, istinaf öncesi veya sonrası ayrımı yapılmaksızın 05.08.2017 tarihinden sonra verilen tüm kararların on beş günlük temyiz süresine tabi olduğu sonucuna ulaşılması da mümkün görünmemektedir.

Öte yandan, ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 04.06.1984 tarihli ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği üzere, ilgili kişinin yüzüne karşı verilen bir hükme yönelik yasal temyiz süresi, tefhimle birlikte başlamakta olup sonradan yapılan karar tebliği, temyiz süresini yeniden başlatmayacaktır. Ancak, tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin Kanun’un öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapılması gerekmektedir. Anayasanın 40/2. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Yanılgılı bildirim nedeniyle temyiz hakkının etkin kullanılmasının engellendiği hâllerde temyiz isteminde bulunan bu yanılgısından faydalanması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Örneğin, yasal temyiz süresi yedi gün olduğu hâlde Yerel Mahkemece, kanun yolu süresinin on beş gün şeklinde hatalı olarak gösterildiği durumlarda temyiz edenin yedinci günden sonra verdiği dilekçesinin kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Hırsızlık suçundan sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin 20.03.2012 tarihli ve 98-164 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 29.09.2014 tarih ve 34760-27001 sayı ile bozulduğu, bozmaya uyan Yerel Mahkemece devam olunan yargılama sonucunda, 08.07.2015 tarih ve 363-256 sayı ile, sanığın atılı hırsızlık suçundan cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, sanığın denetim süresi içinde kasıtlı başka bir suç işlemesi nedeniyle dosyanın yeniden ele alındığı, bu aşamada 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yedi” ibaresinin “on beş” şeklinde değiştirilerek temyiz süresinin on beş güne çıkarıldığı,

Yerel Mahkemece, 28.05.2019 tarihli kısa kararın hazır bulunan sanık müdafisine tefhim edildiği,

Kanun yolu bildiriminde “…Sanık müdafisinin huzurunda verilen karar; kararın sanık müdafisine tefhiminden itibaren 7 gün içinde hükmü veren mahkememize veya hükmü veren mahkemeye gönderilmek üzere herhangi bir yer Asliye Ceza Mahkemesine bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla müracaat edilebilecek temyiz yolu açık olmak üzere, yasa yoluna müracaat edilmediğinde kesinleşmek üzere, açıkça okunup gerekçesi ana çizgileri ile anlatıldı…” şeklinde açıklamalara yer verildiği,

Sanık müdafisinin 10.06.2019 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu olayda;

Ceza muhakemesi sistemimizde hükümlerin temyiz edilebilmelerinin kural, temyiz edilememelerinin ise istisna oluşu, hukuk normlarının yorumlanmasında, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen “Hak arama hürriyeti” ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan mahkemelere erişim hakkının gözetilmesi gerekliliği, Sözleşmeye ilişkin Ek 7 numaralı Protokolünün “Cezai Konularda Temyiz Hakkı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında; ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğuna ilişkin düzenlemeler birlikte dikkate alındığında, kamu davasının asli bir süjesi olan sanığın, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamakla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi nedeniyle, somut olayda, 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı, temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesine göre bir hafta olduğu, ayrıca, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlama tarihinden sonra 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanacağı hâllerde, temyizde sebep gösterme zorunluluğunu da dikkate alan kanun koyucu, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinde değişiklik yaparak 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında verilen kararlar bakımından temyiz süresini yedi günden on beş güne çıkarmış ise de, 1412 sayılı CMUK’nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkanı bulunduğu hâlde bilinçli bir şekilde bu yönde bir düzenlemeye yer verilmediğinin anlaşılması karşısında, incelemeye konu son karar tarihi 28.05.2019 olmakla birlikte bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen 20.03.2012 tarihli ilk hükmün, temyiz yasa yoluna tabi olması nedeniyle temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesine göre bir hafta olduğu, kısa kararın, sanık müdafisinin yüzüne karşı 28.05.2019 tarihinde tefhim edildiği ve temyiz süresinin 04.06.2019 tarihinde sona ereceği anlaşılmakla birlikte, bu tarihin, Ramazan Bayramının ilk günü olması nedeniyle 2429 sayılı Kanun’un B fıkrasının ilk cümlesi uyarınca resmî tatil olduğu ve üç buçuk günlük Ramazan Bayramı tatilinin 06.06.2019 tarihi Perşembe günü sona erdiği, bu hâlde, temyiz süresinin resmî tatilin bitimine kadar uzayacağı, 07.06.2019 tarihi Cuma gününde ise yalnızca kamu çalışanlarının tam gün idarî izinli sayılmalarına karar verildiği ve bu günün resmî tatil olmaması nedeniyle temyiz süresinin işlemeye devam edeceği anlaşılmakla, temyiz süresinin 07.06.2019 tarihinde sona ereceği, sanık müdafisinin 28.05.2019 tarihinde yüzüne karşı verilen, kanun yolu bildirimi de yasaya uygun şekilde yapılan karara yönelik 10.06.2019 tarihinde gerçekleştirdiği temyiz isteminin “bir haftalık” süresinden sonra olduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının,
a- Son günü bayram tatiline denk gelen temyiz süresinin resmî tatilin bitimine kadar uzayıp uzamayacağına ilişkin ön sorun bakımından değişik gerekçe ile KABULÜNE,
b- Temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri uyarınca “bir hafta” mı, yoksa 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “on beş” gün mü olduğuna ilişkin uyuşmazlık bakımından KABULÜNE,
2- Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 19.02.2020 tarihli ve 13411-2209 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık müdafisinin, İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 28.05.2019 tarihli ve 255-479 sayılı kararına yönelik temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.03.2021 tarihinde yapılan müzakerede ön sorun bakımından oy birliğiyle, asıl uyuşmazlık bakımından ise oy çokluğuyla karar verildi.