Ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek – Ceza Genel Kurulu – 2020/158 E. , 2021/32 K.

Ceza Genel Kurulu 2020/158 E. , 2021/32 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 19. Ceza Dairesi
Mahkemesi :İcra Ceza
Sayısı : 132-252

Ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan sanıklar …, …, …, … ve … hakkında şikâyetçiler vekili tarafından verilen şikâyet dilekçeleri üzerine yapılan yargılama sonucunda şikâyetçiler … ve …’ın şikâyetleriyle açılan davaların reddine, şikâyetçi …’nın şikâyetiyle açılan davada ise sanıkların beraatlerine ilişkin Ankara 11. İcra Ceza Mahkemesince verilen 31.03.2015 tarihli ve 89-110 sayılı hükümlerin, şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesince 12.02.2018 tarih ve 15994-1214 sayı ile;
“1- Ticareti terk suçu aynı iş yeri ile ilgili olarak ancak bir defa işlenebilen bir suç olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin ikinci fıkrasında aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda bir cezaya hükmedileceğinin ancak bu cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadar arttırılacağının öngörülmesi cihetiyle, ticareti terk suçunda sanıklar hakkında birden fazla şikâyetin bulunması hâlinde tayin olunacak cezanın TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca arttırılması gerekeceğini gözetilmeyerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Birleşen dosyaların şikâyetçilerinin kararda gösterilmemesi,
3- Birleşen 2013/90 Esas numaralı davadaki şikâyet dilekçesinde ticareti usulüne aykırı terk etmek nedeniyle MOS Kozmetik San. ve Tic. AŞ bakımından şikâyette bulunulmuş olması karşısında bu şirket bakımından kovuşturma yapılmaksızın yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi,
4- İİK’nın 349. maddesi gereğince şikâyetçi veya vekilinin duruşmada hazır bulunması zorunlu olup, yokluğunda karar verilemeyeceği gözetilmeden, 31.03.2015 tarihli celse için mazeretinin kabulünü müteakip yargılamaya devamla yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara 11. İcra Ceza Mahkemesi ise 07.05.2019 tarih ve 132-252 sayı ile bozmaya karşı direnerek ilk hükümde olduğu gibi şikâyetçiler … ve …’ın şikâyetleriyle açılan davaların reddine, şikâyetçi …’nın şikâyetiyle açılan davada ise sanıklar …, …, … ve …’ın beraatlerine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de şikâyetçiler vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.07.2019 tarihli ve 66384 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 19. Ceza Dairesince 20.02.2019 tarih ve 34699-1789 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Şikâyetçiler … (…) ve …’nun şikâyetiyle açılan davalarda, sanıklara atılı ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçunun sabit olup olmadığının,
2- Şikâyetçi …’ın şikâyetiyle açılan davada ise sanıklara atılı ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan eksik araştırmayla davanın reddine karar verilip verilmediğinin,
Belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, bozma ilamı ve duruşma günü sanıklara tebliğ olunmadan direnme kararı verilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada 16.03.2018 tarihli tensip zaptında müşteki tarafça gider avansı yatırılması hâlinde taraflara duruşma gün ve saatini bildirir meşruhatlı davetiye çıkarılmasına karar verilmesine rağmen duruşma gün ve saatini bildirir davetiyenin sadece şikâyetçiler vekiline tebliğ edilmesiyle yetinildiği ve bir kısım sanıklar müdafileri ile şikâyetçi vekilinin katıldığı celsede önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli ve 16-28 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’da cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun’a uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanunu’nda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nun 16. babı kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak düzenleyip, hapis ve adli para cezası şeklinde yaptırıma bağlamış, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemek suretiyle, yaptırımlarını disiplin veya tazyik hapsi şeklinde belirlemiştir. Bir kısım suçların resen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmış, bu husus suç tanımının yer aldığı maddelerde; “Bu suçlar alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur”, “alacaklının şikâyeti üzerine”, “ilgilinin şikâyeti üzerine”, “zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine” ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu’ndaki yaptırım sistemi ile ilgili yapılan bu değişikliklere karşın, bu Kanundaki suçlar bakımından kabul edilen özel muhakeme usulünü düzenleyen maddelerde köklü herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle İİK’da düzenlenen suçlar bakımından, yeni dönemde de 5271 sayılı CMK hükümleri değil, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanmalıdır.
Ancak atıf yapılan hâllerde CMK hükümlerinin uygulanabileceği açıktır. Diğer taraftan İcra ve İflas Kanunu’nda kendine özgü bir özel yargılama sisteminin öngörülmüş olması, bu Kanunda düzenlenen suçlara ilişkin yargılama işlemlerinin ceza muhakemesi faaliyeti olmadığı anlamına gelmemekte olup aksine sınırlayıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde ve özel kanunun amaç ve prensiplerine uygun düştüğü ölçüde ceza muhakemesi kural ve ilkelerinin İİK’da düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da uygulanması gerekir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun, icra ceza mahkemelerindeki muhakeme usulünü düzenleyen 349. maddesinde;
“Şikâyet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.
İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeye veya vekil göndermeye mecburdurlar.
İcabında icra mahkemesi, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.
Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.
Maznun, şikâyeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurıılamazsa muhakeme gıyabında görülür.
Şikâyetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikâyet hakkı düşer.
Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hâle getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere bu kuralla icra ceza mahkemelerinde sanıklara sadece vekil aracılığı ile değil bizzat duruşmada hazır bulunma imkânı verilmiş, sanığın başka bir yerde ikamet etmesi hâlinde de istinabe yolu ile sorguya çekilmesini öngörmüştür. Sanık ancak usulüne uygun olarak yapılan bildirimlere karşın mahkemeye gelmemesi veya avukat göndermemesi durumunda duruşmada hazır bulunma hakkından vazgeçtiği kabul edilebilecektir.
Ceza Genel Kurulunun 05.12.2006 tarihli ve 300-276 sayılı kararında da belirtildiği üzere, sanığa celpname gönderilmeden yokluğunda yargılama yapılıp karar verilmesi, savunma hakkının bütünüyle ortadan kaldırılması sonucunu doğurduğundan, yasaya mutlak aykırılık oluşturmakta ve kararın bu nedenle bozulmasını gerektirmektedir.
Öte yandan 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 353. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere, bu bapta yer alan suçlardan dolayı verilen hükümlerle ilgili olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanacak, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken hükümleri doğrultusunda işlem yapılacaktır.
Bu kapsamda 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326. maddesinde;
“Yargıtay’dan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak mahkeme ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.
Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerekir” düzenlemesi yer almaktadır.
Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi, bozmadan sonra yapılan yargılamada Yerel Mahkemece sanık, katılan ve varsa müdafii ve vekillerine duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ edilip, duruşmadan haberdar olmaları sağlanmalıdır. Hükmün aleyhe bozulması hâlinde ise sanığın duruşmadan haberdar edilmesi yeterli olmayıp aleyhe bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması zorunludur.
İİK’nın 349. maddesi uyarınca icra ceza mahkemesinde yapılan yargılamalarda sanığa tebligat yapılarak savunması alınmadan hüküm kurulmasının mümkün olduğu gözetildiğinde, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/2. maddesinin icra ceza mahkemelerinde görülen davalarda uygulanması mümkün olmayıp hüküm aleyhe bozulmuş olsa bile bozmadan sonra sanığın dinlenmesi zorunlu değildir. Ancak bozma kararı ister sanık aleyhine ister sanık lehine olsun her halükârda, bozmadan sonra yeniden davaya bakacak mahkemenin İİK’nın 353/2. maddesi delaletiyle 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/1. maddesi uyarınca sanık ve varsa müdafiine duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ edip duruşmadan haberdar olmalarını sağlaması, tebligat yapılamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi veya müdafisini göndermemesi durumunda yokluklarında yargılamaya devam olunarak bir karar verilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada bozma ilamı ve duruşma günü tebliğ olunup sanıklara bozmaya karşı beyanda bulunma imkânı tanınmadan, duruşma gün ve saatini bildirir davetiyenin sadece şikâyetçiler vekiline yapılan tebligat ile yetinilip sanıkların yokluğunda direnme kararı verilmesi İİK’nın 353/2. maddesi delaletiyle 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/1. maddesine aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, bozma ilamı ve duruşma günü sanıklara tebliğ olunmadan direnme kararı verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Öte yandan şikâyetçi …’ın vekili aracılığıyla … hakkında ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan şikâyetçi olmasına rağmen bu şikâyetle ilgili herhangi bir karar verilmediği, sanık … hakkında ise Ankara 11. İcra Ceza Mahkemesinin 31.03.2015 tarihli ve 89-110 sayılı kararında beraat kararı verildiği hâlde Özel Dairenin bozma kararından sonra verilen 07.05.2019 tarihli ve 132-252 sayılı direnme kararında ise bu hususta hüküm kurulmadığı belirlenmekle, sanıklar hakkında Yerel Mahkemece belirtilen hususlarda her zaman hüküm kurulması mümkün görülmüştür.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 11. İcra Ceza Mahkemesinin 07.05.2019 tarihli ve 132-252 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, bozma ilamı ve duruşma günü sanıklara tebliğ olunmadan direnme kararı verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.02.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.