Continued from:

Atalarımız, içinde tehlikeler olduğunu bildikleri bir ormanda yürürken, kayalar, çalılar, ardı görünmeyen sık ağaçlarla karşılaştılar. Orada yürümeye devam edebilmek için, her ne kadar hışırtı, kıpırtı, homurtu gibi verileri işleyip olası tehlikeleri analiz etseler de, arkası görünmeyen, herhangi bir ses de işitilmeyen çalıların, kayaların, ağaçların arkasında ne olduğu hususunda kanıtlı bir veriye erişemiyorlardı. Arkasında ne olduğu bilinmeyen her şeyin önünde emin oluncaya kadar beklemek yerine, mevcut veriler hakkındaki analizlerini yeterli kabul edip, kalan boşlukları “olumsamacı” bir “zanla” doldurup yürümeye devam ettiler. Elbette iş her zaman zannettikleri gibi olmadı. Bazıları pusuda sessiz sedasız bekleyen avcılara yem oldu. Fakat her deneyim onlara başka seyler öğretti ve bu suretle “ilerlemeye” devam ettiler. Zanlarımız, içsel bütünlüğümüzü korumamızda, öz güven geliştirmemizde, korkularımızı ötelememizde bize yardım etti.

Her akşam yatağımıza uzandığımızda, ertesi gün güneşin doğacağını “zannederek” uyuyabiliriz. Halbu ki bunun için elimizde her türlü şüphe ve tereddütten uzak, kesin bir kanıtımız yoktur. Hayatın olağan akışının aynı olağanlığı ile devam edeceğini farz ederiz. Biz ancak bunu zannederek yarın veya daha uzak bir gelecek hakkında planlar yapabiliriz. Şu bir gerçek ki, yaptığımız her plan, geleceğe dair bir beklentiye dayanan her proje, perspektif, o her ne kadar istatistik verilerden can bulsa bile nihayetinde bir zan yığınından, varsayımdan başka bir şey değildir.

Determinist bir evrende veya daha temkinli bir deyişle en azından evrenin determinist olarak görünen bir yerinde, boyutunda evrimleşen beyinlerimiz, hayatta kalmak için sebep sonuç ilişkisini, çocukluktan itibaren mümkün olan en kısa zamanda kavramak ve bu sebep sonuç ilişkisine uyumlu bir şekilde düşünmek, davranmak zorundadır.

Sebepler ve sonuçlar örgüsünde, her sebebi ve her sonucu tam bir yetkinlikle kavrayabilsek sorunlarımız büyük ölçüde çözülecek. Fakat, sebepler ve sonuçlara dair çok az veriye sahipsek ne yapacağız ? İşte bu durumda insan, az yukarda dile getirdiğim gibi, iç huzurunu gerçekleştirmek, motive olmak, moral kazanmak, öz güven geliştirmek, plan yapabilmek için zannetmek, varsaymak ve belki gerçekçi bir tabirle “uydurmak” zorundadır. Bağlantıları arasında boşluklar bulunan iki ucu birbirine “uydurmak” yoluyla ancak sebep sonuç zincirini bir anlam örüntüsüne sokabilir.

Elbette bu uydurma, zannetme, varsayma eğilimimiz, bizi yarınlarımız için eğleyip oyalarken, çok kazalar atlatmamıza, çok zulümler işlememize de sebep oldu. Bir çocuk yerde bulduğu bir güle nasıl dokunacağını bilmeyebilir. Fakat deneyimleri, zaman içinde bir gülü tutacağı zaman dikenlerine dikkat etmesi gerektiğini ona öğretecektir.

Eğer biz de zanlarımıza, onların doğurabileceği tehlikeleri dikkate alarak yaklaşabilirsek “zannederim ki” mantıklı bir iş yapmış oluruz.

Peki bu nasıl olabilir ?

Yazı devam ediyor…