Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma – Nitelikli kasten öldürme – Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması – Kamu malına zarar verme – Ceza Genel Kurulu – 2016/1129 E. , 2021/23 K.

Ceza Genel Kurulu 2016/1129 E. , 2021/23 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 323-261

Sanık … hakkında Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan TCK’nın 302/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; nitelikli kasten öldürme suçundan TCK’nın 82/1-a-g, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna; nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten TCK’nın 82/1-a-g, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 35/1 ve 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 35 kez 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna; tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan TCK’nın 174/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/2. maddesi yollamasıyla TCK’nın 174/2, 52/2-4, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 2 kez 6 yıl 8 ay hapis ve 13.320 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba, taksitlendirmeye ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; kamu malına zarar verme suçundan TCK’nın 152/1-a, 152/2-a, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 2 kez 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme suçundan aynı Kanun’un 13/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 52/2-4, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 10 yıl 6 ay hapis ve 21.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba, taksitlendirmeye ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; resmî belgede sahtecilik suçundan TCK’nın 204/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.11.2014 tarihli ve 323-261 sayılı kısmen resen temyize tabi olan hükümlerin sanık müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 21.12.2015 tarih ve 5408-5029 sayı ile; sanığın 08.10.2008 tarihli eylemleri bakımından nitelikli kasten öldürme suçlarından ayrı ayrı beş kez verilen mahkûmiyet hükümleri ile yine aynı tarihli eylemleri nedeniyle nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten ayrı ayrı beş kez verilen mahkûmiyet hükümlerinin TCK’nın 53. maddesinin uygulanması bakımından düzeltilerek onanmasına,
Diğer hükümlerin,
“…
1- 08.10.2008 tarihli A. Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksek Okulu servis aracına saldırı eylemi nedeniyle mağdurlar…’a yönelik nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs etme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi, mala zarar verme suçları yönünden;
a- Nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs suçundan TCK’nın 35. maddesinin uygulanması sırasında meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığına göre ceza belirleneceğinden, her bir mağdurun kati raporları temin edilerek rapor kapsamına göre alt ve üst sınırlar arasında cezanın belirlenmesi gerektiğinin gözetilmeyerek tüm mağdurlar yönünden üst sınırdan ceza tayini suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması,
b- 08.10.2008 tarihli A. Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksek Okulu servis aracına saldırı eylemine katıldığı anlaşılan sanığın, eylemde tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçunu işlediği yönünde savunmasının aksine mahkûmiyetine yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilmeksizin beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,
c- 08.10.2008 tarihinde polis servis aracına yapılan saldırı eylemine katıldığı anlaşılan bir fiil ile kasten öldürmeye teşebbüs ve mala zarar verme suçlarını gerçekleştiren sanığın, TCK’nın 44. maddesi hükmü gereğince sadece daha ağır cezayı gerektiren kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cazalandırılması ile yetinilerek, mala zarar verme suçundan ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden bu suçtan da ayrıca mahkumiyet hükmü kurulması,
d- TCK’nın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararı nedeniyle sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,
2- 19.11.2008 tarihli Kayacık Jandarma Komutanlığına saldırı eylemi nedeniyle kurulan örgüt faaliyeti kapsamında maktüller …..’e yönelik nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs etme, mala zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi ile Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme ve resmî belgede sahtecilik suçları yönünden;
a- Sanığın esas hakkındaki savunmasında hasta olduğu ve kullandığı ilaçların etkisi ile savunma yapamayacak durumda olduğunu beyan etmesi, müdafisinin de sanığın beyanı alındıktan sonra savunma yapmak üzere süre talep etmesi karşında, yasal olmayan ve yetersiz gerekçe ile talebin reddine karar verilerek esas hakkında savunması alınmaksızın hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması ve adil yargılanma ilkesine aykırı davranılması,
b- TCK’nın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararının gözetilmesi lüzumu,” nedenlerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.02.2016 tarih ve 56093 sayı ile;
“…
Yerel mahkemenin oluşa ilişkin değerlendirmesinin isabetli olduğunun kabulü ile yapılan incelemede;
1- Yüksek Dairenin de 08.10.2008 tarihli, servis aracına yönelik eylemin oluşuna ilişkin bir bozma nedeni belirtmediği de dikkate alınarak yapılan değerlendirmede;
Sanığın, Diyarbakır Ali Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksek Okulu servis aracına seyir hâlinde iken yapılan bombalı ve silahlı saldırı eylemini savunmasına ve ikrarına göre henüz yakalanmamış olan Reber kod adlı… ile birlikte işlediğini, olay günü kabul etmiş ve ‘Bu eylemde… ile birlikteydim. Ben ve … bu eylem için görevlendirildik, daha doğrusu biz içimde bulunduğumuz grupla birlikte bu eylem kararını operasyonlar için teskerenin geçme aşamasında olması nedeniyle yapma karan aldık. Kırsal alandan birlikte Silvan yoluna gelerek bir minübüse bindik. Kontrol noktasından üzerimizde bulunan ve başkaları adına düzenlenmiş kimlikler ile geçtik. Diyarbakır, Seyrantepe merkezine geldik. O esnada yanımızda silahlarımız da vardı. Kontrol noktalarında arama olmadığından silahlarımız ile birlikte geçtik. Birlikte eylem noktasına gelerek doğrudan eylemi gerçekleştirdik. Olay yerinde… ile daha önce keşif yapmıştık. Servis otobüsünün geçeceği saati keşif yaptığımızdan biliyorduk ayrıca ikimiz de Diyarbakırlı olduğumuzdan bölgeyi iyi biliyorduk. Eylem yapacağımız noktalarda yerimizi aldık. Servis otobüsünün geçeceği anı bekledik ve eylemi gerçekleştirdik. İkimiz de aracın ön tarafında yan yana ateş ettik. Ateş ederken birbirimizden uzaklaşarak otobüse doğru ateş ettik. Otobüs zaten durma vaziyettinde yavaşlamıştı, Biz ateş edince otobüs durdu. Biz yan yana kaldırım hizasından birbirimizden uzaklaştık. Dolayısıyla ben otobüsün arkasına geçmiş oldum, ayrıca otobüsün arkasından başka bir kimse ateş etmedi. Artık dolayısıyla arkadan ateş eden bendim. El bombalarının ikisini de Reber kod… attı. Bombalardan birisi aracın içerisine düşmüş birisi ise otobüsün dışına düşmüş, iki bomba patlamamış, el bombalarının pimleri çekilerek atılmıştı. Olay yerinde iki silah, şarjörler, el bombaları ve römorklarda ele geçen el bombalarını da biz olay yerinden ayrıldıktan sonra Dicle minibüslerine binmeye giderken bıraktık. Olay yerine bırakmamamızın sebebi fırsat bulamayışımızdı. Yol üzerinde gördüğümüz römorkun içerisine attık. Olaydan sonra Dicle münübüslerine binerek Silvan’a yakın bir yerde inerek yürüyerek kırsala geçtik.’ şeklindeki beyanı ile olayın ne şekilde meydana geldiğini açıklıkla anlatmıştır. Görüldüğü gibi sanık ve yanında birlikte hareket ettiğini belirttiği eylemin diğer faili, örgüt faaliyet kapsamında görevlendirildikleri eylemi gerçekleştirmek üzere tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olay mahalline geldikleri, icra edilecek eylemin keşfini birlikte yaptıkları ve plan dâhilinde eylemi icra ettikleri anlaşılmaktadır. Olayda kullanılan ve bir kısmı da olay yeri civarında terk edilen patlayıcıların diğer fail tarafından atılmasının ya da taşınmasının artık bir öneminin kalmadığı, tüm eylemi birlikte planlayan ve icra eden sanık ve diğer failin tüm eylemlerle birlikte, eylemde kullanılan patlayıcı maddelerin bulundurulması, nakli ve kullanılmasından sorumlu tutulması gerektiği, patlayıcı madde kullanılan eylem sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanmalardan birlikte sorumlu tutulan her iki failin bu sonucu elde etmek için kullanılan patlayıcıların bulundurma veya naklinden ayrı ayrı sorumlu tutulması, ya da sadece birinin sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, eylem üzerinde her iki failin de hâkimiyetinin tam olduğu kanaatine varılmıştır. Bu nedenle sanığın, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması suçundan beraati gerektiğine dair Yüksek Daire kararına itiraz etmek gerekmiştir.
2- Sanık hakkında atılı tüm suçlardan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 17.05.2011 tarihli ve 859 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Açılan bu kamu davası Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esasına kaydedildiği, iddianamenin sanığa usulünce tebliğ edildiği, sanığın müdafisinin de duruşmalarda hazır bulunduğu, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esas sayılı dosyasının 29.12.2011 tarihli celsesinde savunma yapmak yerine Abdullah Öcalan’a uygulanan sözde tecrit politikasını protesto ettiğini beyan ettiği, mahkemenin iddianameye konu eylemler hakkında savunma yapması gerektiğine dair ihtarına rağmen sanığın protest tavrını sürdürdüğü, 13.09.2011 tarihli celsede sanık hakkında 08.10.2008 tarihli eylem nedeniyle açılan kamu davasının tefrik edilerek aynı mahkemenin 2011/577 esasına kaydedildiği, 21.09.2011 tarihinde ise olayın diğer failleri hakkında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2008/653 esas sayılı dosyası ile birleştirildiği, 19.11.2008 tarihli eylemle ilgili yargılamanın Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esas sayılı dosyasında devam ettiği, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esas sayılı dosyasının 29.12.2011 tarihli celsesinde savunma yapmak yerine Abdullah Öcalan’a uygulanan sözde tecrit politikasını protesto ettiğini beyan ettiği, mahkemenin iddianameye konu eylemler hakkında savunma yapması gerektiğine dair ihtarına rağmen sanığın protest tavrını sürdürdüğü, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde 08.10.2008 tarihli olayla ilgili olarak 08.12.2011 tarihinde ayrıntılı bir savunma yaptığı, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.06.2013 tarihli celsesinde 08.10.2008 tarihli eylemle ilgili birleştirme yolu ile gelen davayı tefrik ederek yeniden Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği, (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) Ağır Ceza Mahkemelerinin kapatılması ile TMK’nın 10. maddesi gereğince kurulan Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesine dosyanın devredildiği, bu mahkemede devam olunan yargılama sırasında, davanın esası hakkında verilen mütalaadan sonra davanın esası hakkındaki son savunmasında sanık hasta olduğu ve kullandığı ilaçların etkisi ile savunma yapamayacak durumda olduğunu beyan etmiş, müdafii de sanığın beyanı alındıktan sonra savunma yapmak üzere süre talep etmiştir.
Sanık hakkında açılan kamu davası tefrik edilen 08.10.2008 tarihli olayla ilgili olarak davanın birleştirildiği Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/653 esas sayılı dosyasının duruşmasında ayrıntılı olarak savunma yaptığı hâlde, 19.11.2008 tarihli olayla ilgili Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/351 esas sayılı dosyasında savunma yapmamayı onun yerine Abdullah Öcalan’ın sözde cezaevi koşullarına yönelik protestoda bulunmayı tercih etmiştir. Sanığa savunmasını yapmak üzere yeterli süre verilmesine ve gerekli koşulların sağlanmasına rağmen savunma yapmadığı görülmüştür. Son celsede ise sağlık nedenleri ile son savunmasının yapamayacağını beyan etmiş, sanık ve müdafiinin süre talepleri yerel mahkeme tarafından sağlık sebeplerine dayanılarak daha önce de pek çok celsenin ertelenmesini gerekçe göstererek reddedilmiştir.
Kimse savunma yapmaya zorlanamaz. CMK’nın 147/1-e maddesi de sanığa bu hakkı vermiştir. Sanık iddiaya konu 19.11.2008 tarihli eylem hakkında değil de bir başka hükümlünün cezaevi koşullarına ilişkin beyanda bulunmayı tercih etmiştir. Sonraki celselerde de benzer bir tavır içine girmiş, diğer eylem yönünden ise ayrıntılı beyanda bulunmuştur. Bu koşullar altında hüküm celsesine gelinmiş ve sanık sağlık nedenlerini ileri sürerek davanın esası hakkındaki son savunmasını yapmamış ve müdafisi de bu nedenle mahkemeden süre istemiştir. Yerel mahkeme bu talebi reddetmiştir. Yerel mahkemenin ret gerekçesi 08.10.2008 tarihli eylem yönünden hukuken bir sorun teşkil etmediği ve bu eylemle ilgili kurulan hükümler Yüksek Daire tarafından işin esasına girilerek incelendiği hâlde, sanığın iradi bir şekilde savunma yapmaktan kaçındığı ve eylemli olarak CMK’nın 147/1-e maddesinde yazılı savunma yapmama hakkını kullandığı19.11.2008 tarihli eylem yönünden ise yerel mahkeme gerekçesi yetersiz görülerek işin esasına girilmeden, savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesi ile bu eylemle bağlantılı tüm suçlar ve resmî belgede sahtecilik suçundan kurulmuş hükümlerin bozulmasına Yüksek Dairece karar verilmiştir. Sanığın iradi olarak aynı iddianameye konu bir eylem hakkında ayrıntılı savunma yapmayı, diğeri hakkında ise savunma yapmamayı tercih ettiği, her iki eylem hakkında verilen davanın esası hakkındaki mütalaadan sonra son savunmasında sağlık nedenlerinin ileri sürerek savunma yapmaması, bu nedenle müdafisinin süre verilmesine dair talebinin yerel mahkemece reddedildiği süreçte, bu durumun daha önce ayrıntılı savunma yapmayı seçtiği eylem yönünden savunma hakkına kısıtlama oluşturmadığının, diğeri yönünden ise savunma hakkının kısıtlandığının kabulü ile Yüksek Daire kararında çelişkiye neden olunduğu kanaatine varılmış olmakla, 19.11.2008 tarihli olayla bağlantılı tüm suçlar ve resmî belgede sahtecilik suçu yönünden kurulmuş mahkûmiyet hükümleri hakkında da işin esasına girilerek inceleme yapılması…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 26.05.2016 tarih ve 1799-3449 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme; sanığın 08.10.2008 tarihli eylemine ilişkin patlayıcı madde bulundurma, 19.11.2008 tarihli eylemine ilişkin nitelikli kasten adam öldürme (2 kez), nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs etme (10 kez), mala zarar verme, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme, resmî belgede sahtecilik ve Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçlarından verilen mahkûmiyet kararlarıyla sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Esas hakkındaki savunmasında hasta olduğunu ve kullandığı ilaçların etkisi ile savunma yapamayacağını beyan eden sanık ve savunma yapmak için süre talep eden müdafisinin taleplerinin reddine karar verilerek yargılamaya devam edilip sanığın 19.11.2008 tarihli eylemi nedeniyle ve Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri bakımından savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığının,
2- 08.10.2008 tarihli eylem bakımından tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçunun sabit olup olmadığının, suçun sabit olduğunun kabulü hâlinde hukuki ve fiili kesinti de dikkate alınarak uygulamanın ne şekilde yapılacağının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- Esas hakkındaki savunmasında hasta olduğunu ve kullandığı ilaçların etkisi ile savunma yapamayacağını beyan eden sanık ve savunma yapmak için süre talep eden müdafisinin taleplerinin reddine karar verilerek yargılamaya devam edilip sanığın 19.11.2008 tarihli eylemi nedeniyle ve Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri bakımından savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı,
İncelenen dosya kapsamından;
Diyarbakır (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca 17.05.2011 tarih ve 859-674 sayı ile; sanık …’ın 08.10.2008 ve 19.11.2008 tarihli eylemleri nedeniyle Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, nitelikli kasten öldürme, nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs etme, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi, silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme suçları ile yakalandığında üzerinden elde edilen kimlik belgesi nedeniyle resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasına ilişkin iddianamenin, Diyarbakır (Kapatılan) 4. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) 04.11.2011 tarihli 3. celsesinde kabulüne karar verildiği, sanığın 29.12.2011 tarihli 4. celsede “Ben 150 gündür cezaevinde tecrit gören önderimiz Abdullah Öcalan’ın tecrit propagandasını boykot ediyorum” demesi üzerine kendisine savunmaya ilişkin beyanda bulunması, duruşma salonunda savunma haricinde propaganda içerir söz ve davranışlara müsaade edilemeyeceği hususunun izah edildiği, ancak buna rağmen yine iddianameye konu eyleme ilişkin açıklamalarda değil Abdullah Öcalan’ın tecrit politikalarına ilişkin beyanlarda bulunduğu, kendisine son kez iddianameye konu olaya ilişkin savunma yapması aksi takdirde söz hakkı verilmeyeceği hususunun ihtar edildiği, sanığın dilekçesini mahkemeye sunarak bundan sonraki aşamalarda savunmalarını Kürtçe olarak yapmak istediğini beyan etmesi üzerine sanığın bu yöndeki talebinin reddine karar verilerek tefhimle duruşmaya devam edildiği, sanığın Türkçe beyanda bulunmadığı, 22.03.2012 tarihli 5. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 17.05.2012 tarihli 6. celsede sanığın beyanda bulunmadığı, 12.07.2012 tarihli 7. celsede duruşmaya getirilemediği, 28.09.2012 tarihli 8. celsede sanığın beyanda bulunmadığı, 13.12.2012 tarihli 9. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 07.02.2013 tarihli 10. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 02.04.2013 tarihli 11. celsede duruşmaya getirilemediği, 22.06.2013 tarihli 12. celsede sanığın beyanda bulunmadığı, 12.09.2013 tarihli 13. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 03.12.2013 tarihli 14. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 21.01.2014 tarihli 15. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 18.02.2014 tarihli 16. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 07.03.2014 tarihli 17. celsede kanun değişikliği nedeniyle derdest dosyasının bulunduğu aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli olan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine devri amacıyla görevsizlik kararı verilerek, dosyanın bulunduğu aşamadan itibaren yetkili ve görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmesine karar verildiği, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince 07.07.2014 tarihinde yapılan 1. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 01.10.2014 tarihli 2. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 17.11.2014 tarihli 3. celsede sanığın Türkçe savunma yapmak istemediğini ifade etmesi üzerine sanığa kendisini daha iyi ifade edebileceğini düşündüğü takdirde seçeceği bir tercüman tarafından savunma yapacağı hatırlatıldığı, sanık müdafisinin tercüman talebinde bulunduğu, sanık müdafisinin talebinin dava dosyasının gelmiş olduğu aşama göz önüne alınarak kabulüne karar verilerek sanığa ifadesini verebilmesi için tercüman görevlendirildiği, sanığın; “İfade verebilecek durumda değilim ilaç kullandığımdan dolayı ve ilaçlar nedeniyle dikkatimi toplayamıyorum. Rahatsızlığıma dair raporları ibraz ediyorum. Gerekirse bu konuda hastaneye de sevk edilmeyi ve heyet raporu alınmasını talep ediyorum. Başka bir talebim yoktur. Daha önceki savunmalarımı hatırlamıyorum. Şu an aklımda bir şey yok. Sağlıklı düşünemiyorum.” sanık müdafisinin ise; “Müvekkil durumunu tercüman aracılığıyla ifade etmeye çalıştı. Müvekkilimin sunmuş olduğu raporda kullanmış olduğu ilaçlar ve rahatsızlığı görülebilir. Müvekkilimin ilaçların etkisi olmaksızın sağlıklı bir durumdayken savunmasının alınmasını talep ediyoruz. Ayrıca vekil olarak son savunmamızı yapmak üzere süre talep ediyoruz.” şeklinde savunma yapmaları üzerine Mahkemece, yargılamanın gelmiş olduğu aşama, toplanılan deliller ve dosya kapsamı göz önüne alınarak sanık ve müdafisinin talebinin reddine karar verilerek yargılamaya devam edildiği, sanıktan son sözünün sorulması üzerine sanığın “Bir diyeceğim yoktur” demesi üzerine araştırılacak bir husus kalmadığı belirtilerek yargılamaya son verildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkı ile 5271 sayılı CMK’daki “İfade ve Sorgu Usulü” düzenlemesinin ayrıntılı şekilde açıklanması gerekmektedir.
Savunma, sözlükte “saldırıya karşı koyma”, “müdafaa”, “koruma” kavramlarıyla tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu. Güncel Türkçe Sözlüğü. Http://www….gov.tr/ Erişim Tarihi: 22.10.2020.). Şüpheli veya sanık konumundaki kişileri koruyabilmek amacıyla ortaya çıkan savunma hakkı ise, bir suç isnadı ile iddia ve yargılama makamları karşısında bulunan şüpheli veya sanığa, bu suçlamadan kurtulması için tanınan düşüncelerini açıklayabilme hakkı olarak ifade edilmiştir. (Nur Başar CENTEL, 1984, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, İstanbul, Kazancı Kitap, s. 11.). Ceza muhakemesi hukuku anlamında savunma, şüpheli veya sanığın yararına olarak yürütülen, hakkındaki suç isnadına karşı konulması ile fiili ve hukuki korumayı amaçlayan bir faaliyettir. (Recep Kibar, Türk Hukukunda Sanık Hakları, Yetkin Yayınları, Ankara, 1997, s. 51., Salih OKTAR, Ceza Muhakemesi Hukukumuzdaki Son Gelişmeler Karşısında Müdafi, “Dr. Dr. h. c. Silvia Tellenbach’a Armağan”, Seçkin Yayıncılık, 2018, s. 1128.).
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde olup hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve özgürlüğü hüküm altına alınmış ve bunun tabii sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
Savunma hakkının güvencesi olan Anayasa’nın 36. madde her ne kadar müdafi ile savunulma hakkından açıkça ve ayrıca bahsetmemiş olsa da meşru yol olan savunmaya aracı konumda, müdafi yer almaktadır. Bu anlamda anılan madde müdafi yardımından yararlanmanın anayasal güvencesi sayılmaktadır. Şüpheli veya sanık veya onların müdafileri gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile güvence altına alınan savunma hakkını kullanırken baskı altında olmamalıdırlar. Bu hakkını kullanan şüpheli veya sanığın veya onların savunmasını üstlenen müdafinin, bu görevini yerine getirirken herhangi bir yaptırım ile karşılaşma riski bulunmamalıdır. Ancak bunun güvencesiyle gerçek bir savunmadan bahsedilebilecektir (Serhat Sinan Kocaoğlu, 2012, Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı”, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2012-4/1.pdf Erişim Tarihi: 21.10.2020.).
Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesi; “1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir….
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;

e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.” şeklindedir. AİHM’ye göre Sözleşme’nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir “mahkeme” tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme’nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir.
Görüldüğü üzere Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yargılamada sanığa tanınması gereken asgari haklar belirtilerek adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nın “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesi;
“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.
d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir.
e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.
f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır.
g) İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan yararlanılır.
i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır:
1. İfade alma veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih.
2. İfade alma veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği.
3. İfade almanın veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise nedenleri.
4. Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı.
5. İmzadan çekinme hâlinde bunun nedenleri.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi ifade ve sorgu şüpheli ve sanık bakımından bir yükümlülük olmakla beraber aynı zamanda bir haktır. Kovuşturma evresinde sanığın sorgusu yargılamanın seyri ve delillerin değerlendirilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenlerle, Ceza Muhakemesi Kanunu ifade alma ve sorgu prosedürünü çok sıkı kuralara bağlamış ve kuralların ihlal edilmesi durumunda alınan ifadeyi veya sorguyu geçersiz saymıştır. İfade ve sorgu soruşturma ve kovuşturma evrelerinin önemli ceza muhakemesi işlemleridir. Bu önem iki yönden ortaya çıkmaktadır: Birincisi ifade ve sorgu tutanakları soruşturma ve kovuşturmaya yön vermekte; delillerin toplanmasına ve değerlendirilmesine yardımcı olmaktadır. İkincisi ise insan hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından ifade ve sorgu işlemleri hassasiyet arz etmektedir (Demirbaş, Timur (2006) “İfade Alma, Sorgu”, içinde: Yenisey, F., Ziyalar, N., Bağcı, O., Özağcılar, M., Mukayeseli Hukukta Arama, İfade Alma ve Hukuka Aykırı Deliller, İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, s. 16).
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 145, 146, 147 ve 148. maddelerinde ifade alma ve sorgu ile ilgili hükümlere yer verilmektedir. Ayrıca Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 23, 24 ve kısmen 25 ve 26. maddelerinde ifade almanın esasları ve usulü belirtilmiştir. CMK’nın 147. maddesi ifadenin mekânı, zamanı ve süresi ile ilgili hüküm içermemektedir. Esasen bu konuların Yönetmelik ile belirlenmesi gerekirken, Yönetmelik’te herhangi bir hüküm de bulunmamaktadır. Yönetmelik 25. maddede ifade alma odasından bahsetmekle birlikte herhangi bir standart getirmemiştir. Bu itibarla ifade alma veya sorgunun karakol veya savcılık dışında bir yerde ve gece de yapılabilmesi mümkündür. Hatta kişinin özgürlük kısıtlamasını en düşük düzeyde tutmak için gece gözaltına alınan bir şüpheli sabaha kadar sırf ifadesinin alınabilmesi için tutulmamalıdır.
Öte yandan uyuşmazlık konusuyla ilgili olarak 5271 sayılı CMK’nın “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı 148. Maddesinin birinci fıkrası; “Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Kanunun ifade almanın usul ve esaslarını düzenleyen 147. maddesini müteakip 148. maddesi ile ifade alma ve sorguda başvurulmaması gereken ve bazen mevzuata göre suç oluşturacak olan yasak usuller gösterilmektedir. Madde, şüpheli veya sanığın beyanının hür iradesine dayanması gerektiği ilkesinden hareketle, kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddet uygulanmasını özgür iradeyi engelleyici yöntemler olarak göstermiştir.
Uyuşmalıkla ilgisi bakımından 5271 sayılı CMK’nın “Hukuka kesin aykırılık hâlleri” başlıklı 289. maddesi ise;
“1- Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:

h) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması,” şeklindedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Diyarbakır (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık …’ın 08.10.2008 ve 19.11.2008 tarihli eylemleri nedeniyle Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, nitelikli kasten öldürme, nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs etme, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi, mala zarar verme suçları ile yakalandığında üzerinden elde edilen kimlik belgesi nedeniyle resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasına ilişkin iddianamenin Diyarbakır (Kapatılan) 4. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) 04.11.2011 tarihli 3. celsesinde kabulüne karar verildiği ve 07.03.2014 tarihine kadar 17 celse yapılan yargılama sonucunda kanun değişikliği nedeniyle derdest dosyanın bulunduğu aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli olan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine devri amacıyla görevsizlik kararı verilerek, dosyanın bulunduğu aşamadan itibaren yetkili ve görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmesine karar verildiği, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince 07.07.2014 tarihinde yapılan 1. celsede sanığın rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 01.10.2014 tarihli 2. celsede rapor aldığı için ceza ve infaz kurumundan getirilmediği, 17.11.2014 tarihli 3. celsede sanığın Türkçe savunma yapmak istemediği ifade etmesi üzerine sanığa kendisini daha iyi ifade edebileceğini düşündüğü takdirde seçeceği bir tercüman tarafından savunma yapacağı hususunun hatırlatılarak tercüman atanmasına karar verildiği, sanığın “İfade verebilecek durumda değilim ilaç kullandığımdan dolayı ve ilaçlar nedeniyle dikkatimi toplayamıyorum. Rahatsızlığıma dair raporları ibraz ediyorum. Gerekirse bu konuda hastaneye de sevk edilmeyi ve heyet raporu alınmasını talep ediyorum. Başka bir talebim yoktur. Daha önceki savunmalarımı hatırlamıyorum. Şu an aklımda birşey yok. Sağlıklı düşünemiyorum.” sanık müdafisinin de “Biz müvekkilin sağlık sorunları nedeniyle savunmalarımızı hazırlayamadık tekrardan süre talep ediyoruz. Savunmamız hazır değildir. Bize göre hâlen dava dosyasında toplanılması gereken deliller mevcuttur. Bu konuda da savunmamızda delillerimiz sunacağız” diyerek duruşmanın ertelenmesine karar verilmesi talebinde bulundukları ancak yargılamanın gelmiş olduğu aşama, toplanılan deliller ve dosya kapsamı göz önüne alınarak sanık ve müdafisinin taleplerinin reddine karar verilerek yargılamaya devam edildiği, sanıktan son sözünün sorulması üzerine sanığın “bir diyeceğim yoktur” demesi üzerine araştırılacak bir husus kalmadığı belirtilerek yargılamaya son verildiği anlaşılmaktadır.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının b bendine göre, hakkında suç isnadı olan kimse “savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma” hakkına sahiptir. Bu bendin ihlali silahların eşitliği ile çelişmeli yargılama ve delillere ilişkin diğer temel kurallar çerçevesinde 1. fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından da ihlale neden olabilmektedir. Gerekli zamandan anlaşılması gereken sanığın ve müdafinin savunma için zorunlu hazırlıkları yapabilecekleri süredir. AİHM sürenin kısalığının savunmayı gerçekten olumsuz etkileyip etkilemediğine bakmaktadır. Savunmanın hazırlanması için yeterli zaman tanınması sanığı acele yargılamaya karşı koruma amacını taşımaktadır. Söz konusu güvence, kişiye suç isnat edildiği an başlamaktadır. Savunma için sanığa verilen sürenin yeterliliği, her olayın kendi öznel koşullarına göre değişmektedir. Bu koşullar, davanın karmaşıklığı, savunma avukatının bu davadaki iş yükü, yargılamanın gelmiş olduğu aşama veya sanığın bizzat savunma yapma kararı gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir (X/Austria, (Commission, admissibility), Appl. No: 2370/64, 11.02.1967).
Birleştirme öncesi yapılan yargılamada sanık …’ın tercüman eşliğinde savunma yapmak için talepte bulunduğu ancak bu taleplerinin reddine karar verildiği, kanun değişikliği nedeniyle yargılamanın devam ettiği mahkemede ise sanığa ifadesini verebilmesi için tercüman bilirkişisinin görevlendirilmesine karar verilen celsede sanığın sağlık mazereti nedeniyle ifadesini veremeyeceğini beyan ettiği ancak bu taleplerin reddine karar verilerek sanığın cezalandırılmasına karar verilmiş ise de; sanık hakkındaki iddialar, cezalandırılması talep edilen suçlar, çeşitli duruşma tarihlerinde sanığın raporlu olması ve hakkında adli rapor alınmasına yönelik talebi de gözetildiğinde, bizzat savunma yapamayacağını belirten sanık hakkında davanın karmaşıklığı da dikkate alınarak savunmasını yapmak için gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yargılamaya devam edilerek sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi, adil yargılanma hakkı bağlamında hakkaniyete uygun yargılanma ve savunma hakkının ihlali niteliğindedir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
2- 08.10.2008 tarihli eylem bakımından tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçunun sabit olup olmadığının, suçun sabit olduğunun kabulü hâlinde hukuki ve fiili kesinti de dikkate alınarak uygulamanın ne şekilde yapılacağı;
İncelenen dosya kapsamından;
08.10.2008 tarihinde saat 17.20 sıralarında Diyarbakır ili, Aziziye Mahallesi, Silvan yolu üzerinde bulunan Ali Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksekokulu hizmetlerinde kullanılmakta olan “…” plaka sayılı “MAN” marka servis otobüsü seyir hâlindeyken el bombaları atılarak, uzun namlulu silahlarla ateş edilmek suretiyle eylem gerçekleştirildiği, eylem sonucunda servis aracının içerisinde bulunan Polis Meslek Yüksekokulunda görevli dört polis memuru ile bir teknisyen yardımcısının şehit olduğu ve yine araç içerisinde bulunan 25 kamu görevlisinin de çeşitli yerlerinden yaralandıkları,
Olay ve el koyma tutanağına göre; silahlı ve bombalı saldırı sonucu A. Gaffar Okkan Polis Meslek Yüksekokulu hizmetlerinde kullanılmakta olan “…” plaka sayılı “Man” marka servis otobüsünde silahla taranmadan mütevellit büyük çaplı maddi hasar meydana geldiği, çekici marifetiyle detaylı inceleme yapılmak üzere Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet sitesi içerisine çektirildiği, olay mahallinde olay yeri inceleme ekiplerince yapılan inceleme neticesinde bir adet “1973-399519” seri numaralı mekanizma, “869373” numaralı seyyar demir dipçikli uzun namlulu kaleşnikof marka silah, bir adet “1975-291521” seri numaralı uzun namlulu kaleşnikof marka silah, 9 adet uzun namlulu kaleşnikof marka silaha ait şarjör, 120 adet uzun namlulu kaleşnikof marka silaha ait dolu fişek, 136 adet boş kovan, iki tanesi olay mahallinde olmak üzere toplam 5 adet patlamamış el bombası ile bir adet el yapımı el bombasının ele geçirildiği, söz konusu el bombalarının canlılar üzerinden öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı, yıkıcı ve tahrip edici özellikte olup TCK’nın 174. maddesi kapsamında kaldığı,
Anlaşılmaktadır.
Tanık … aşamalarda; Diyarbakır’da polis otobüsüne yapılan silahlı saldırıyı Reber (K) … Yıldeniz ile Cudi Fis (K) …’ın gerçekleştirdiğini Reber (K) … Yıldeniz’den duyduğunu,
Tanık … 31.07.2008 tarihli teşhiş tutanağında; (6) numaralı fotoğraftaki kişinin, “Cudi Fis” kod isimli, 2005 yılında Diyarbakır kırsalına geldiğini, şu an “Şehit Kendal” bölgesinde savaşçı olarak faaliyet gösterdiğini bildiğini,
Başka dava dosyasında yargılanan … süpheli sıfatıyla Cumhuriyet savcısı huzurunda ve teşhis tutanağında; fotoğrafta gönderilen kişiyi “Cudi Fis” kod olarak tanıdığını, bu örgüt mensubunun fotoğrafını “Armanç” kod isimli örgüt mensubunun kendisine kırsal alandaki bilgisayarda göstererek kod ismini söylediğini, “Şehit Kendal” alanında faaliyet gösterdiğini, duyduğunu, “Reber” kod isimli örgüt mensubu ile birlikte Diyarbakır merkezinde Polis Okulu servis aracına yönelik eyleme katıldığının örgüt içerisinde konuşulduğunu, bu örgüt mensubunun açık kimliğinin … olduğunu, Kalaşnikof silah, 30’lu 5 adet dolu şarjör ve 2 adet el bombası taşıdığını,
Beyan etmişlerdir.
Kollukta susma hakkını kullanan sanık Cumhuriyet Başsavcılığında; 2000’li yıllarda çalışmak amacıyla İstanbul iline gitmeden önce Diyarbakır il merkezine bağlı Mermer Köyünde ailesi ile birlikte ikamet ettiğini, babası çiftçilik yaptığı için kendisi de onun işlerine yardımcı olarak geçimlerini sağladıklarını, tam olarak tarihini hatırlamamak ile birlikte 2000’li yıllarda İstanbul iline çalışmaya karar verip, köyden ayrıldığını, İstanbul’da, Aksaray, Şişli, Mecidiyeköy muhitlerinde restoran ve lokantalarda garson olarak çalıştığını, bu süre içerisinde Aksaray muhitinde bir pansiyonda kaldığını, bazı nedenlerden dolayı PKK örgütüne katılmaya karar verip, örgüte nasıl katılacağını öğrendiğini ve nereden olduğunu hatırlamadığı bir şekilde yasadışı yollardan sınırı geçerek örgütün Kuzey Irak’ta bulunan isimlerini hatırlayamadığı birkaç kampında askeri ve siyasi eğitim alıp, örgütün geri ve lojistik hizmetlerinde faaliyet yürüttüğünü, örgüt içinde kendisine “Cudi-Fis” kod adı verildiğini, örgüte katıldıktan sonra Kalaşnikof silah taşımaya başladığını, örgütün Kuzey Irak’ta bulunan kamplarında gördüğü siyasi ve askeri eğitim sonrasında tam olarak hatırlamamakla birlikte iki üç yıldır Türkiye içerisinde isimlerini hatırlamadığı PKK örgütüne ait kamp ve alanlarda yine geri hizmetlerde görev aldığını, bağırsaklarında oluşan rahatsızlıktan dolayı örgüt içerisinde faaliyet yürütemeyeceğini anlayarak Türkiye içindeki örgüte ait kamptan ayrılarak İstanbul ilinde ikamet eden halasının çocuklarının kaldıkları evde 2-3 gün misafir olarak kaldığı esnada polisler tarafından yakalandığını, “Navdar Fargin” kod isimli …’in 17.06.2010 tarihli fotoğraf teşhis tutanağı okunduğunda, iddia edildiği şekilde Diyarbakır Polis Okulu servis aracına yönelik saldırı eylemine katılmadığını, aleyhine beyanda bulunan … isimli örgüt mensubunu tanımadığını, teşhis tutanağındaki fotoğrafın kendisine ait olduğunu, …’in savaşçı iddiası dışındaki diğer anlatımlarının doğru olduğunu, her örgüt mensubu gibi kendisi de kalaşnikof silah ve iki adet el bombası taşıdığını, ayrıca diğer örgüt mensupları gibi kıyafet giydiğini, …’in Diyarbakır Polis Okulu servis aracına silahlı saldırı eylemine “Reber” kod … Yıldeniz ile birlikte katıldığına ilişkin iddialarını kabul etmediğini,
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde; polis okuluna saldırı eylemini Diyarbakır ilinde gerçekleştirdiğini, bu eylemde… ile birlikte olduğunu, kendisi ve …’ın bu eylem için görevlendirildiğini daha doğrusu içinde bulundukları grupla birlikte bu eylem kararını operasyonlar için teskerenin geçme aşamasında olması nedeniyle yapma kararı aldıklarını, kırsal alandan birlikte Silvan yoluna gelerek bir minibüse bindiklerini, kontrol noktasından üzerinde bulunan ve başkaları adına düzenlenmiş kimlikler ile geçtiklerini, Diyarbakır ili, Seyrantepe merkezine geldikleri esnada yanlarında silahlarının olduğunu, kontrol noktalarında arama olmadığından silahlarıyla birlikte geçtiklerini, birlikte eylem noktasına gelerek doğrudan eylemi gerçekleştirdiklerini, olay yerinde… ile daha önce keşif yaptıklarını, ayrıca ikisi de Diyarbakırlı olduklarından bölgeyi iyi bildiklerini, eylem yapacakları noktalarda yerlerini aldıklarını, servis otobüsünün geçeceği anı bekleyip eylemi gerçekleştirdiklerini, ikisi de aracın ön tarafında yan yana ateş ettiklerini, ateş ederken birbirlerinden uzaklaşarak otobüse doğru ateş ettiklerini, otobüsün durma vaziyetinde yavaş geldiğini, ateş ettiklerinde otobüsün durduğunu, yan yana kaldırım hizasından birbirlerinden uzaklaştıklarını, o esnada otobüsün arkasına geçmiş olduğunu ayrıca otobüsün arkasından başka bir kimsenin ateş etmediğini, arkadan ateş edenin kendisi olduğunu, el bombalarının ikisini de “Reber” kod…’in attığını, bombalardan birisinin aracın içerisine, diğerinin ise otobüsün dışına düştüğünü, iki bombanın patlamadığını, el bombalarının pimleri çekilerek atıldığını, olay yerinde iki silah, şarjörler, el bombaları ve romörklerde ele geçen el bombalarını da olay yerinden ayrıldıktan sonra Dicle minibüslerine binmeye giderken bıraktıklarını, olay yerine fırsat bulamadıkları için bırakamadıklarını, yol üzerinde gördükleri römorkun içine attıklarını, olaydan sonra Dicle münübüslerine binerek Silvan’a yakın bir yerde inerek yürüyerek kırsala geçtiklerini, aramalar ve kontrollerin kendilerinden sonra olduğunu, kırsala geçtikten sonra Diyarbakır alanında çeşitli bölgelerde bulunduğunu, herhangi bir eyleme karışmadığını daha sonra bir ihbar sonucunda akrabasının evinde yakalandığını, hazırlık aşamasında eylemi kabul etmemesinin o anda yeni yakalanmış olmasının etkisi ile henüz kafasında savunmasını tam olarak toparlayamadığı için olduğunu, kimseden bu eylemi üstlenmesi konusunda talimat almadığını veya kimsenin telkinde bulunmadığını, bu eylemi gerçekleştirdiğini ikrar ettiğini,
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinde; tüm aşamalarda ana dili olan Kürtçe dilinde savunma yapmak istediğini,
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesinde; rahatsızlığı nedeniyle tedavisine devam ettiğini, ifade verebilecek durumda olmadığını, ilaç kullandığından dolayı ve ilaçlar nedeniyle dikkatini toplayamadığını, rahatsızlığına dair raporları ibraz ettiğini, gerekirse bu konuda hastaneye sevk edilmeyi ve heyet raporu alınmasını talep ettiğini, başka bir talebinin olmadığını, daha önceki savunmalarını hatırlamadığını, sağlıklı düşünemediğini, aklını toplayamadığını, mevcut raporlarda rahatsız olduğu ve ilaç kullandığının belli olduğunu, heyetin bu konuda şüphesi varsa hastaneye sevk edilip rapor alınabileceğini,
Savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nın suç tarihi itibarıyla yürürlükle bulunan “Tehlikeli Maddelerin İzinsiz Olarak Bulundurulması veya El Değiştirilmesi” başlıklı 174. maddesi;
“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) Önemsiz tür ve miktarda patlayıcı maddeyi satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, kullanılış amacı gözetilerek, bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiş olup, 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesi ile birinci fıkrada yer alan “üç yıldan” ibaresi “dört yıldan” şeklinde, “maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden” ibaresi “maddeleri imal etmek, işlemek veya kullanmak amacıyla, gerekli olan malzeme ve teçhizatı ithal eden, ihraç eden, satışa arz eden, başkalarına veren, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden veya bulunduran” şeklinde, ikinci fıkrasında yer alan “yarı oranında” ibaresi “bir kat” , ikinci fıkrasında yer alan “yarı oranında” ibaresi “bir kat” olarak değiştirilmiştir.
Maddenin birinci fıkrası hükmüyle, yetkili makamlardan gerekli izin alınmaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi ülkeye sokmak, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakletmek, muhafaza etmek, satmak, satın almak veya üretmek, suç hâline getirilmiştir. Bu bakımdan söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç niteliği taşımaktadır.
Bu madde, toplumu genel tehlikelere karşı korumanın yanı sıra; Uluslararası Nükleer Silâhların Yayılmasının Önlenmesi Andlaşması ve Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Hakkındaki Sözleşme ile Türkiye’nin üstlenmiş bulunduğu yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacını taşımaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasına göre; birinci fıkrada yer alan fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi, cezanın artırılması sebebini oluşturmaktadır.
Üçüncü fıkrada ise, özellikle köy veya kırsal alanda yaşayan insanların çeşitli meşru ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, önemsiz tür ve miktarda patlayıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması hâlleri göz önünde bulundurularak, hükmedilecek cezada önemli ölçüde indirim yapabilmek hususunda mahkemeye takdir yetkisi tanınmıştır.
Suç niteliği itibarıyla, topluma zarar verme tehlikesi yaratan maddeler ile ilgili faaliyetlerin izinsiz olarak yürütülmesi yasaklanmıştır. Ayrıca bir zararın gerçekleşmesi şartı aranmamaktadır. Bu nedenle suç genel tehlike suçu niteliğindedir. Topluma zarar verici ve bu nedenle de toplum için tehlike oluşturan nitelikteki maddelerin kontrol altına alınabilmesi için, üretimi, satışı ve nakli izne tabi tutulmuştur. Suç ile toplumun hayat, sağlık ve malvarlığı değerleri ile Anayasanın 56. maddesinde düzenlenen sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı korunmaktadır. Suçun mağduru toplum ve bireylerdir. Suçun oluşabilmesi için maddede yazılan seçimlik hareketlerden herhangi birinin gerçekleştirilmesi yeterlidir. Bu suçun, suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi cezayı artıran bir nitelikli hâl olarak öngörülmüştür. Suçun oluşabilmesi için genel kast yeterli olup özel kast aranmamıştır (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 1. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 4920-4925).
Öte yandan, amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
08.10.2008 tarihinde saat 17.20 sıralarında “…” plaka sayılı “MAN” marka servis otobüsüne el bombaları atılarak, uzun namlulu silahlarla ateş edilmek suretiyle eylem gerçekleştirildiği, eylem sonucunda servis aracının içerisinde bulunan Polis Meslek Yüksekokulunda görevli dört polis memuru ile bir teknisyen yardımcısının şehit olduğu ve yine araç içerisinde bulunan 25 kamu görevlisinin de çeşitli yerlerinden yaralandıkları, olaya ilişkin el koyma tutanağına göre; silahlı ve bombalı saldırı sonucu silahla taranmadan mütevellit büyük çaplı maddi hasar meydana geldiği, çekici marifetiyle detaylı inceleme yapılmak üzere Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet sitesi içerisine çektirildiği, olay mahallinde olay yeri inceleme ekiplerince yapılan inceleme neticesinde bir adet “1973-399519” seri numaralı mekanizma, “869373” numaralı seyyar demir dipçikli uzun namlulu Kalaşnikof marka silah, bir adet “1975-291521” seri numaralı uzun namlulu kaleşnikof marka silah, uzun namlulu Kalaşnikof marka silaha ait 9 adet şarjör, uzun namlulu kaleşnikof marka silaha ait 120 adet dolu fişek, 136 adet boş kovan, iki tanesi olay mahallinde olmak üzere toplam 5 adet patlamamış el bombası ile bir adet el yapımı el bombasının ele geçirildiği, söz konusu el bombalarının canlılar üzerinden öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı, yıkıcı ve tahrip edici özellikte olup TCK’nın 174. maddesi kapsamında kaldığı, sanık …’ın Kollukta susma hakkını kullandığı, Cumhuriyet Başsavcılığı ve sorgusundaki ifadesinde PKK silahlı terör örgütü üyesi olduğunu kabul ettiği, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki müdafisi huzurunda alınan savunmasında saldırıda kendisinin de yer aldığını, olay anında bombaları başka dava dosyasında yargılanan … İldeniz’in attığını, ele geçirilen silah, şarjörler, el bombaları ve römorktaki el bombalarını da olay yerinde ayrıldıktan sonra Dicle minibüslerine binmeye giderken bıraktıklarını ifade ettiği olayda;
Sanık …’ın tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş ise de; sanığın savunmasında el bombalarını başka dava dosyasında yargılanan … İldeniz’in attığını ifade etmesi, olay yerinden ayrıldıktan sonra ele geçen bombaların ise grup tarafından bırakıldığına ilişkin savunması ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğine; gerçekleşme şekli şüpheli kalan veya tam olarak aydınlatılamayan olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağından, ceza mahkûmiyetinin verilebilmesi için toplanan delillerin bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaatle ya da herhangi bir ihtimalle değil, kesin ve açık bir ispata dayanması ve bu ispatın, hiçbir şüpheye yer vermemesi gerektiği, yüksek dahi olsa ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan maddi gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına geleceğinden, Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan sanığın mahkûmiyetine karar verilemeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi; Sanığa atılı suçun sabit olduğu gerekçesiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.02.2021 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık bakımından oy birliğiyle, ikinci uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla karar verildi.