Continued from:

Elbette, kadim inanışların tortuları zihnimizde bir yer tutacak ve kısmen de olsa, zihinlerde bir “ölümsüzlüğe” kavuşacaktır. Mesela en basitinden, ruh denen bir varlığa kesin olarak inanmasak dahi bunu dilimizden, sarf ettiğimiz kelimelerden arındırmamız mümkün değildir. İçin daraldıysa ” ruhum sıkıldı” dersin, bu senin ruha inandığından değil alışkanlıklarından kaynaklanır.

İnsan beyninin neredeyse her kıvrımının, her türlü enerji hareketinin, tüm kimyevi reaksiyonların neredeyse tam bir yetkinlikle bilinebiliyor olma yolunda ilerlediğimiz bu zamanlarda, maalesef bilgi, uydurmayı yenemiyor. İnsan anatomisi, insan beyni üzerinde araştırma yapan “hiçbir” bilim adamı, ruha dair “hiçbir” bilgiye, en küçük bir bilgi kırıntısına, bilim dışında açıklanması gereken hiç bir olguya rastlamamıştır.

Fakat tüm bu açık seçik vaziyete rağmen insanların “ruh diye bir şey yoktur” demesi dün olduğu gibi bu gün de çok zordur. Hatta, bu konu, bu gün dünden daha zordur. Çünkü dün, sadece ölüm kaygısını örten bu fikir, bu gün en yaygın dinlerin ana fikirlerinden biri olmuştur. Ruhun inkarı, neredeyse dinin inkarı ile eş anlamlıdır. Bu nedenle, ne gibi bir kanıt ileri sürerseniz sürün, dininden ayrılmak istemeyen bir bilincin ruha toz kondurması mümkün değildir. Nihayet insan, bilim adamını cahillikle ve bildiklerini yetersizlikle itham eder ama hiç bir somut kanıta dayanmayan kendi fikrini / inanışını savunmaya devam eder.

Sanırım, bilim karşısında gittikçe köşeye sıkışan ruhun, düşün dünyamızdan çıkması için önce dinlerin ruhtan arındırılması gerekiyor. Sosyoloji ve psikoloji, insanın bunu da kültürel bir evrimle zaman içinde başarabileceğini gösteriyor. Muhtemelen bir kısım “okumuş” dindarlar önce dini terminolojinin yanlış anlaşıldığını, ruhsuz bir dini inanışın da pekala mümķün olduğunu iddia eder ve adım adım ruhtan kurtulmaya çalışılır.

Umarım bilgisiz bir gözleme dayanan bu uydurma, yerini kanıtlı bir bilince bırakır.

Ali Aksoy, 23 Ağustos 2020