silahlı terör örgütüne üye olma – Meskun mahalde patlayıcı madde atma ve yangın çıkarmaya teşebbüs etme – Ceza Genel Kurulu – 2017/1145 E. , 2021/24 K.

Ceza Genel Kurulu 2017/1145 E. , 2021/24 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli)
Sayısı : 287-407

Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla birlikte meskun mahalde patlayıcı madde atma ve yangın çıkarmaya teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın eyleminin tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarını oluşturduğu kabul edilerek lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 174/1-2 62 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca ayrı ayrı iki kez 6 yıl 3 ay hapis ve 25.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye; 5237 sayılı TCK’nın 170/1-a-c, 62. maddeleri uyarınca ayrı ayrı iki kez 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına; her iki suç bakımından 5237 sayılı TCK’nın 53 ve 63. maddeleri uyarınca hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İstanbul (Kapatılan)11. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli) verilen 05.10.2007 tarihli ve 287-407 sayılı hükümlerin sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince Yargıtay 9. Ceza Dairesince 08.02.2010 tarih ve 9481-1600 sayı ile tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 58/9. maddesinin uygulanması gerektiği açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.05.2017 tarih ve 11980 sayı ile;
“…
1- Sübutu kabul edilen 26.09.2000 tarihinde molotof kokteyli atılması olayı bakımından raporlar da dikkate alındığında; TCK’nın 170/1. maddesi kapsamında mütalaa edilebilecek bir yangın bulunmadığının anlaşıldığı ve bu sebeple suçun teşebbüs aşamasında kaldığının kabulü gerektiği hâlde tamamlanmış suç gibi tatbike esas alınması,
2- ‘Patlayıcı madde bulundurma’ suçunun temadi eden suçlardan olduğunun kabulüyle sanık hakkında bu suçtan bir kez cezalandırılması yerine ayrı ayrı iki kez cezaya hükmedilmesi,
3- Kabul ve uygulamaya göre ise lehe olan mevzuat hükümlerinin tespiti sırasında 5237 sayılı TCK’nın 174/1. maddesinin tatbikinden sonra TCK’nın 174/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5/2. maddesi gereği temel cezada 2/3 oranında artırım yapılması gerektiği ve yine TCK’nın 170/1a-c maddesi gereğince tayin olunan temel cezanın, olayın mahiyetine göre 3713 sayılı Kanun’un 5/1. maddesi gereğince 1/2 oranında artırılması gerektiği ve bu durumda 765 sayılı TCK’nın 264/6 maddesinin tatbikinin sanığın lehine sonuç verdiğinin gözden kaçırılıp kararda yazılı olduğu şekilde uygulama yapılmasının usul ve yasaya aykırı olduğu” düşünceleriyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 23.06.2017 tarih ve 1749-4575 sayı ile; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının (1) ve (2) numaralı itirazların kabulüne karar verilmiş (3) numaralı itiraz nedeninin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanığın tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından cezalandırılmasına ilişkin lehe kanun tespiti bakımından yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 20.02.2003 tarihli iddianame ile “meskun mahalde patlayıcı madde atma” ve “yangın çıkarmaya teşebbüs etme” suçlarından açılan kamu davasında mahkûmiyet hükmünün belirlenmesinde; 765 sayılı Kanun’un mu yoksa 5237 sayılı Kanun’un mu lehe olduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
İstanbul (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 23.11.2000 tarihli ve 1223-1223 sayılı iddianamesi ile başka dava dosyasında yargılanan sanıklar…’ın beyanlarında sanık …’nın “Enver” veya “Haydar” kod adları ile Nurtepe DHG (Devrimci Halk Güçleri) sorumlusu olarak örgüt adına birtakım eylemler gerçekleştirdiğinin ya da eylem talimatları verdiğinin ifade edilmesi üzerine, sanık …’nın 14.11.2000 tarihinde Kağıthane ilçesi, Gültepe Mahallesinde yakalandığı, sanığın Balıkesir Otelcilik Yüksek Okulundayken 1997-1998 yıllarında DHKP-C silahlı terör örgütü ile ilişkiye girdiğini, örgütün üniversite içindeki yapılanması olan TÖDEF öğrenci örgütlenmesi içinde faaliyet gösterdiğini, bu nedenle işlediği suçlardan tutuklandığını, bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiğini, İstanbul ili, Sirkeci bölgesinde çıkartılan Vatan dergisinin merkezine giderek burada dergiyi çıkartanlar ile bağlantı kurduğunu ve dergi merkezinde bir süre kalarak örgütsel çalışmalara katıldığını, bilahare … tarafından Nurtepe Mahallesi sorumlusu olarak görevlendirildiğini, bu bölgede DHKP-C silahlı terör örgütüne bağlı “DHG” örgütü içinde sorumlu kişi hâline geldiğini, “Enver” kod adını kullanmaya başladığını, bu sırada örgüt adına imzalı pankart asılması 01.10.2000 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Mahallesi, …numaralı adresinde bulunan Sohbet Ocakbaşı adlı dükkânın yakılması, silah tehdidi ile cep telefonu ve kimliğin gasbedilmesi olaylarına bizzat katıldığını, 26.09.2000 tarihinde Kağıthane Sanayi Mahallesi, Büyükdere Caddesi, 25/A numaralı yerde bulunan 4. Levent Akbank Şubesine molotof kokteylinin atılması eylemlerinin talimatını verdiğini ifade etmesi üzerine sanığın 765 sayılı TCK’nın 168/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, 765 sayılı TCK’nın 31, 33 ve 40. maddeleri uyarınca cezalandırılması; İstanbul (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 20.02.2003 tarihli ve 1223-1223 sayılı ek iddianamesi ile de 01.10.2000 tarihli ve 26.09.2000 tarihli eylemler bakımından sanığın 765 sayılı TCK’nın 264/6-8 ve 65/3. maddesi delaletiyle 369 ve 62. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi talebiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi uyarınca yapılan lehe-aleyhe değerlendirme neticesinde sanığın 26.09.2000 ve 01.10.2000 tarihli eylemler bakımından tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan 5237 sayılı TCK’nın 174/1-2, 62 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca ayrı ayrı iki kez 6 yıl 3 ay hapis ve 25.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirilmeye, TCK’nın 170/1-a-c ve 62. maddeleri uyarınca ayrı ayrı iki kez 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, her iki suç bakımından TCK’nın 53 ve 63. maddeleri uyarınca hak yoksunluğunda ve mahsuba ilişkin hükümlerin sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesince onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi için mülga 765 sayılı TCK’nın 264. maddesinde düzenlenen, “meskun mahalde patlayıcı madde atma ve yangın çıkarmaya teşebbüs etme”, 5237 sayılı TCK’nın 174. maddesinde düzenlenen “tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi” ile 5237 sayılı TCK’nın 170. maddesinde düzenlenen “genel güvenliği kasten tehlikeye sokma” suçlarına ilişkin yasal düzenlemelerden bahsedilmesinde fayda bulunmaktadır.
Mülga 765 sayılı TCK’nın sekinci faslında düzenlenen “Hükümete karşı şiddet veya mukavemet ve kanunlara muhalefet” başlıklı 264. maddesinin uyuşmazlık konusuyla bağlantılı 1. fıkrası; “Her kim ait olduğu merciden ruhsat almaksızın dinamit veya bomba veya buna benzer yıkıcı veya öldürücü alet veya barut ve benzeri ateşli ecza yapar veya bunları yabancı bir ülkeden Türkiye’ye sokar veya sokmaya aracı olur veya ülke içinde bir yerden diğer bir yere götürür veya yollar veya götürmeye bilerek aracılık ederse, beş yıldan sekiz yıla kadar hapsolunur ve kendisinden onbeşbin liradan altmışbin liraya kadar ağır para cezası alınır.”, 6. fıkrası; “Birinci fıkrada yazılı şeyleri, meskün yerde veya çevresinde ya da halkın gelip geçtiği bir yerde ateşleyenler veya patlatanlar yahut bırakanlar, eylemleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde beş yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası ve onbin liradan az olmamak üzere ağır para cezasıyla cezalandırılırlar. Suçun halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde veya kamu hizmetlerinin görülmesine ayrılmış binalarda işlenmesi halinde, suç daha ağır bir cezayı gerektirse bile ayrıca bu eylemden dolayı aynı cezaya hükmolunur.”, 7. fıkrası ; “Her kim korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde her ne amaç ve nedenle olursa olsun, meskün bir yerde veya çevresinde veya özel veya resmi veya genel yapılara ya da her türlü taşıt araçlarına ya da halkın toplu olarak bulundukları diğer yerlere silahla ateş ederse, eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca iki yıldan aşağı olmamak üzere hapis ve beşbin liradan az olmamak üzere ağır para cezasıyla cezalandırılır.” 8. fıkrası ise; “Yukarıdaki iki fıkrada yazılı eylemler, iki veya daha çok kişi tarafından birlikte veya taşıt aracı veya suçun icrasını kolaylaştırıcı başkaca araçlar kullanarak işlenirse cezalar üçte birden yarıya kadar artırılarak hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın hüküm tarihinde yürürlükte bulunan “Tehlikeli Maddelerin İzinsiz Olarak Bulundurulması veya El Değiştirilmesi” başlıklı 174. maddesi;
“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) Önemsiz tür ve miktarda patlayıcı maddeyi satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, kullanılış amacı gözetilerek, bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiş olup, 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesi ile birinci fıkrada yer alan “üç yıldan” ibaresi “dört yıldan” şeklinde, “maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden” ibaresi “maddeleri imal etmek, işlemek veya kullanmak amacıyla, gerekli olan malzeme ve teçhizatı ithal eden, ihraç eden, satışa arz eden, başkalarına veren, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden veya bulunduran” şeklinde, ikinci fıkrasında yer alan “yarı oranında” ibaresi “bir kat” , ikinci fıkrasında yer alan “yarı oranında” ibaresi “bir kat” olarak değiştirilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu” başlıklı 170. maddesi ise;
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;
a) Yangın çıkaran,
b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan,
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan,
Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Yangın, bina çökmesi, toprak kayması, çığ düşmesi, sel veya taşkın tehlikesine neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından kesinleşmiş hükümlerde lehe yasanın uygulanmasına ilişkin yargılamanın niteliği üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Ceza kanunlarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde;
“İşlendiği zamanın kanununa göre cürüm veya kabahat sayılmayan fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendikten sonra yapılan kanuna göre cürüm veya kabahat sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz. Eğer böyle bir ceza hükmolunmuşsa icrası ve kanunî neticeleri kendiliğinden ortadan kalkar.
Bir cürüm veya kabahatin işlendiği zamanın kanunu ile sonradan neşrolunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun tatbik ve infaz olunur.”,
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesinde ise;
“1- İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
2- Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.
3- Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.
4- Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.”,
şeklinde düzenlenmiştir.
Her iki maddede de; ceza hukukunun en önemli ilkesi olan, ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, failin lehine olan kanunun geçmişe etkili olması, “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren kanun, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınacaktır. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda; “Adli para cezasını öngören kanunun, hapis cezasını kabul eden kanuna göre”, aynı nev’i ceza içeren kanunlardan; “Üst sınırların aynı olması hâlinde alt sınırı az olan kanunun”, “alt sınırları aynı olması hâlinde üst sınırı az olan kanunun” “alt ve üst sınırlarının farklı olması durumunda ise üst sınırı az olan kanunun” lehe olduğu kabul edilmektedir.
Lehe kanunun tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi hâlen geçerliliğini koruyan 23.02.1938 tarihli ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması hâlinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde, lehe kanunun tespitinde başvurulacak yöntem belirtilmiştir.
Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme Kararındaki ilke benimsenerek, uygulanma olanağı bulunan tüm kanunların leh ve aleyhteki hükümleri birlikte ele alınarak somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe sonuç veren kanunun belirlenip hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür (S. Dönmezer–S. Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c. 1, 11. Bası, s. 167; S. Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, s. 64; M. E. Artuk- A. Gökçen– A. C. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, c. 1, s. 221.).
Hukukumuzda lehe kanunun tespiti yöntemine ilişkin herhangi bir pozitif hukuk normunun bulunmaması nedeniyle, lehe kanun, 1412 sayılı CMUK’nın, mahkûmiyet hükmünün yorumunda doğan tereddüdün giderilmesi bakımından hâkimden karar istenmesi yöntemini düzenleyen 402. maddesi uyarınca yapılmakta iken, her ikisi de 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 04.11.2004 tarihli ve 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 vd. maddelerinde, lehe kanunun saptanması ve uygulanmasında başvurulacak yöntemle ilgili ayrıntılı hükümler getirilmiştir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesinin birinci fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” hükmüne yer verilmiş, aynı Kanun’un 101. maddesinde ise, cezanın infazı sırasında, 98 ilâ 100. maddeler gereğince mahkemeden alınması gereken kararların duruşma yapılmaksızın verileceği ve bu kararların itiraza tabi olacağı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, 5275 sayılı Kanun’un 98. maddesi, herhangi bir ceza normunun, hükmün kesinleşmesinden sonra değişmesi hâlinde yapılacak uyarlama yargılamasına ilişkin genel bir düzenlemeyi içermektedir.
5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlıklı 9. maddesinin üçüncü fıkrasında ise; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu maddeyle, bir kanunun tamamen yürürlükten kaldırılıp yerine başka bir kanunun yürürlüğe girmesinden sonra lehe olan kanunun tespiti bakımından, sabit kabul edilen olaya, suçtan önceki ve sonraki kanunların ilgili tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmaksızın bir bütün hâlinde uygulanıp ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesi ve bunların karşılaştırılması gerektiği yönünde özel bir düzenleme yapılmıştır. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu değerlendirmede hüküm tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı kanun kapsamında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir kanun değil bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı kanunlar birlikte değerlendirilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İstanbul (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 20.02.2003 tarihli sayılı ek iddianamesi ile 01.10.2000 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Mahallesi, …numaralı adreste bulunan Sohbet Ocakbaşı adlı dükkânın yakılması, silah tehdidi ile cep telefonu ve kimliğin gasbedilmesi olaylarına bizzat katılan ve 26.09.2000 tarihinde Kağıthane Sanayi Mahallesi, Büyükdere Caddesi, 25/A numaralı yerde bulunan 4. Levent Akbank Şubesine molotof kokteylinin atılması eylemlerinin talimatını verdiği belirtilen sanık …’nın meskun mahalde patlayıcı madde atma, yangın çıkarmaya teşebbüs etme suçlarından 765 sayılı TCK’nın 264/6-8, 65/3. maddesi delaletiyle 369 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılması talep edildiği; eylemlere ilişkin ikrarı ve başka dava dosyasında yargılanan sanıkların ifadeleri de dikkate alınarak sanığın 26.09.2000 tarihli eylem bakımından olaydaki atılan molotofun imalatında ve atılmasından azmettiren olarak sorumlu olduğu, 01.10.2000 tarihli eylem bakımından molotof yapılmasına azmettirmeden dolayı sorumlu ve ayrıca atmadan dolayı da bizzat fail olarak sorumlu olduğu gerekçeleriyle sanığa atılı suçların sabit olduğuna karar verilmiştir.
Sanık …’nın 26.09.2000 tarihinde İbrahim isimli, açık kimliği tespit edilemeyen örgüt üyesine eylem talimatı vererek, Kağıthane Sanayi Mahallesi, Büyükdere Caddesi 4. Levent adresinde bulunan Akbank Şubesi’ne molotof kokteyli atılması talimatını verdiği böylece bu olaydaki atılan molotofun imalatından ve atılmasından azmettiren olarak sorumlu olduğu, 01.10.2000 tarihinde Sarıyer ilçesi, Armutlu, Fatih Sultan Mehmet Mahallesi, … Caddesi üzerinde bulunan Sohbet Ocakbaşı isimli işyerine molotof kokteyli atılması eyleminin yapılması amacıyla yine molotof kokteyllerinin hazırlanması ve atılması talimatını verdiği ve bizzat molotof kokteyllerinin atılmasına katıldığı anlaşıldığından, molotof kokteyli yapılmasına azmettirmeden dolayı sorumlu ve ayrıca atmadan dolayı da bizzat fail olarak sorumlu olduğu,
Sanığın eyleminin toplumda doğuracağı tehlike dikkate alınarak hakkaniyet kurallarına uygun olması amacıyla Yerel Mahkemece hakkında bu maddeden hüküm kurulurken alt sınırdan uzaklaşılarak 765 sayılı TCK’nın 264. maddesinin 6. fıkrası uyarınca 12 yıl üzerinden ceza verilip, 765 sayılı TCK’nın 59. maddesine göre 1/6 oranında indirim yapıldığında 10 yıl hapis cezasına karar verilmesi gerektiği,
5237 sayılı TCK’nın 174/1. maddesin uyarınca yine alt sınırdan uzaklaşılarak sanık hakkında 5 yıl hapis cezası verilip TCK’nın 174/2. maddesi gereğince yarı oranında artırıldıktan sonra TCK’nın 62. maddesi gereğince 1/6 oranında indirilmesi hâlinde sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmesi gerektiği,
Molotof kokteyli atılması eyleminden dolayı da genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan 5237 sayılı TCK’nın 170/1-a-c maddeleri gereğince Yerel Mahkemece alt sınırdan uzaklaşılarak 3 yıl hapis cezasına ve TCK’nın 62. maddesi gereğince de 1/6 oranında indirim yapılarak hüküm kurulduğunda sanık hakkında ayrıca 2 yıl 6 ay hapis cezasına karar verilmesi gerektiği, sonuç olarak her iki cezanın toplamının 8 yıl 9 ay hapis cezası olduğu ve bu hâlde, sanığın 5237 sayılı TCK uyarınca tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından mahkûmiyetine karar verilmesinin sanığın lehine olduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.02.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.