Continued from:

MECLİS’TE YAPILAN GÖRÜŞMELERİN MUHALİF BASINDAKİ YANKILARI

Efendiler, o gün de gensoru görüşmeleri bir sonuca bağlanamadı; ertesi güne bırakıldı. 8 Kasım günü yapılacak görüşmeleri beklemek üzere, biraz da o günlerdeki bazı yayınları gözden geçirelim.

Vatan gazetesinin 5 Kasım l924 tarihli sayısındaki başyazıda, Hükûmet’i tenkit edenler ve muhalefette yer alanlar öğülmekte, Hükûmet taraftarları suçlanmaktadır. Başyazar : “Daha ağzını açmayan tenkitçi adaylarına karşı, her gün kulaktan kulağa yeni bir saldırgan söz fısıldanıyor. Hükûmetçi gruptan olan her kimse rastlarsanız, o günün gizli günlük emrindeki sözleri olduğu gibi işitirsiniz” dedikten sonra, sözlerini doğrulamak için birtakım örnekler sayıyor ve “körükörüne emre uymayan, gerçeği görüp söylemek isteyen kimseleri daha başlangıçtan susturmak için her vasıtaya başvuruyorlar” ve “keyfî irade, tabiî ve istikrarlı durumun üstünde, hâkim olma niteliğini korumaya devam edecektir” diyor.

Efendiler, yazar “gizli günlük emir” ve “keyfî irade” deyimleriyle, millete neyi haber vermek istiyordu. Gizli günlük emirler veren, keyfî iradesini hâkim kılan kimdi? Bu gizli kapaklı sözleri kullanan makale yazarı, sonunda biz. “Taraf tutmaksızın, bir hakem durumunda, her iki tarafı da çağırıp dinlemek, Cumhurbaşkanlığı’nın en nazik ve önemli görevidir” öğüdünü veriyor. Bu görevin hemen yapılmasını istiyor ve “çünkü yarın pek geç olabilir!” diye tehdit ediyor.

Bir gün sonra, benim Meclis’in yeni dönemini açış nutkumdan söz eden aynı yazar, “tenkit eğilimi gösteren en hür düşünceli vatandaşları, zaman zaman susturmaya çalışan tekelci bir siyasî sistem, gelişme ve ilerleme için kahredici bir cehennem demektir” cümlesiyle, uyguladığımız sistem için pek haksız ve insafsız bir iftirada bulunuyor ve : Uğursuz gidişin belli bir noktada durdurulması, yeni bir çığır açılması lâzımdır.” diyerek, bize yeniden görevimizi hatırlatıyordu.

Vatan yazarı, bir gün sonra yazdığı “sokaktaki adam” başlıklı baş makalesini : inşallah iyi olur, demekten başka yapacak şey kalmamış gibi görünüyor” cümlesiyle bitiriyordu.

8 Kasım 1924 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanan bir Ankara telgrafında : “Meclis, yüksek mevkide bulunanlar uygun görmedikçe kabineyi düşüremeyecektir” tarzında büyük harflerle yazılmış ve “Rauf Bey’in dünkü konuşmasında, gensoru dışında önemsiz şeylerden söz etmekle, gensoru isteyenlerin durumunu sarstığı ve gensoru dâvâsının etkisini azalttığı söylenmektedir” gibi haberler vardır.
Vatan gazetesinin, gensoru dâvâsını takip için özel olarak gönderdiği muhabiri, izlenimlerinde pek isabet göstermiyorsa da, gensoru meselesinin etkisini azaltma sebebi ile ilgili haberinde aldanmış görünmüyordu.

Efendiler, Tevhid-i Efkâr başyazarı da, bir sürü başmakalelerle muhalefeti destekleyip cesaretlendiriyor; kendini savunan Hükûmet’in ve Hükûmet’i tutan milletvekillerinin kendilerini savunmalarını ve söz söylemelerini bile istemiyordu. Bu başyazar diyordu ki : “Meclis’te Hükûmet’i tutan milletvekilleri, böyle her önemli işi, gürültüye boğmak eğlencesinde devam ederek, bunları tenkit edenleri susturdukça, hiç şüphe yokki, ismet Paşa Hükûmeti güvenoyu alacaktır. Ancak, bu güven oyunun gerçek değeri, nihayet, küçük bir sandığın içine çok sayıda beyaz kâğıt atılmış olmasından ibaret kalacaktır.”

Bu safsatalar üzerinde durmaya gerek yoktur. Biraz da Tanin gazetesine bakalım : Tanin’in “Siyasî Mayalanmalar” adlı bir başmakalesinde “Kutsal Milli Mücadele’de büyük hizmetleriyle tanınmış, saygıdeğer ve güvenilir bazı kimseler arasında bir işbirliği yapılmakta olduğu” haberinin alındığından; “Halk Partisi’ni ve Hükûmet’i samimî olarak tutan basının” bu haberleri büyük bir hoşnutsuzlukla karşılayıp yorumlamalarından” ve “kurulmakta olan yeni partiyi, daha şimdiden gözden düşürecek şekilde düşünceler ileri sürülmesine kalkışıldığından” söz edilmektedir. Makalede, program konusu üzerinde de durularak, Halk Partisi’nin bir programının bulunmadığına işaret edildikten sonra, “Biz Halk Partisi’nden hiç memnun değiliz, fakat Halk Partisi’nin ilkeleri adına söylenen ve görülen şeyleri tamamiyle benimsiyoruz” deniliyor ve Halk Partisi’nin ilkelerinden ne anlaşıldığı açıklanarak : “Fakat acaba gerçektede öyle midir?” sorusu ortaya atılıyor. Yazar, bu soruya olumsuz cevap veriyor ve “gönlümüz, karşısında böyle yenilikçi ve reformcu bir partiyi görmek istediği için, Halk Partisi’ni bu dediğimiz şekilde hayal ediyoruz” diyor. Ondan sonra yazar, şunları söylüyor : “Halk Partisi’nin programı ve sözleri başkadır, tuttuğu yol başkadır. Halk Partisi nin demokratlığı dudaklarındadır.”

Bu görüşün sahibi, birinci cümlesiyle, “Halk Partisi, Cumhuriyet ilân edeceğini, hilâfeti kaldıracağını programına yazıp ilân etmedi ve söylemedi; fakat fiilî olarak yaptı” demek istiyorsa, doğrudur! Ancak, ikinci cümle ile Halk Partisi’ne yönelttiği suçlama doğru değildir.

Makale sahibi, muhalif kimselerin iktidar mevkiine geçmek istemelerinin kanunî hakları olduğunu ispatlamak için kullandığı birçok söze şunu da ekliyor : “Vatan düşüncesiyle hareket etmek, yalnızca Tanrı’nın iktidar mevkiindeki kimselere hak olarak bahşettiği bir fazilet midir?”

Tanin başyazarı, 4 Kasım 1924 tarihinde yazdığı “Ordu ve Siyaset,” adlı bir başmakalede de şu düşünceleri ileri sürüyor : “Hükûmet şekli Cumhuriyettir. Fakat, hükûmetin yalnız adını
“değiştirmek hiçbir yarar sağlamaz. Asıl değiştirilmesi gereken nokta, işin ruhudur, prensipleridir. Bugün Amerika’da, Birleşik Amerika Devletleri dışında daha yirmi kadar memleket vardır ki, hepsinin adı da Cumhuriyettir. Hattâ, hep senelerden meydana gelen Haiti bile bir Cumhuriyet idi. Fakat, buralarda, Cumhuriyetin istibdat rejiminden farkı pek azdır. Soydan gelen bir hükümdar yerine, zorla Cumhurbaşkanlığına gelmiş bir zorba görürüz. işte bu kadar! Reisicumhur adını taşıyan bu zorba devleti keyfince yönetir. Mutlak bir hükümdar gibi, keyif ve hevesinden başka bir kanun tanımaz.”

Tanin başyazarı, söz konusu ettiği Amerika Cumhuriyetlerinden şili’yi bir yana bırakarak, diğerleri için diyor ki : “Hiçbirisi, bugün, gerçek Cumhuriyet adını taşımaya lâyık değildir. Çünkü demokrasiye… dayanmıyorlar; “Cumhuriyet adı altında mutlak hükûmetlerin hâkim olması, liderlerin asker olması yüzündendir.”

Nutuk devam ediyor…