Continued from:

RIZA NUR BEY’İN ARNAVUTLARI TÜRKLÜĞE KARŞI AYAKLANDIRMAYA
ÇALIŞANLARDAN BİRİ OLDUĞU ANLAŞILDI

Maliye Bakanı, Mustafa Abdülhâlik Bey, konuşmasına başlamadan önce, Rıza Nur Bey’den, zabıttaki sözlerinden bazılarının açıklanmasını istedi. Rıza Nur Bey, Yanyalı’ların Türklüğünü şüpheli gösterecek şekilde sözler söylemişti. Abdülhâlik Bey, Rıza Nur Bey’in düşüncesindeki yanlışlığı şöyle düzeltti : Doktor Bey altı yüz yıl önce, Arnavutluğun bir parçası olan Yanya’ya giden atalarımın orada bıraktıkları torunlarını başka bir soydanmış gibi göstererek onları itham ediyor. Hem de kim? Maalesef öyle saygıdeğer bir arkadaşım ki, altı yıldan beri mutaassıp bir milliyetçi olmuştur. Daha önce öyle değildi. Kendisi daha iyi bilirler. Ben, o Yanyalı dedikleri adam, Türklük için silâhla savaşırken kendileri tam tersine, Arnavutları “Türklüğe karşı” ayaklansınlar diye kışkırtmıştır.

Gerçekten de Rıza Nur Bey’in siyasî hayatında birçok mücadelelere katıldığı biliniyordu. Bu durumu, milliyetçi olarak Millet Meclisi devrinde, ona hizmet ve çalışma alanları gösterilmesine engel sayılmamıştı. Fakat, Türklerin Rumeli’den çıkarılması gibi, her Türk’ün kalbinde sonsuz ve unutulmaz bir acı yaratan büyük felâket olayında aşırı milliyetçi Rıza Nur Bey’in, Arnavut âsıleriyle birlikte Türklere karşı çalıştığını bilmiyorduk. Bu durum anlaşılınca Büyük Millet Meclisi’ni hayret ve dehşet kapladı.

Bundan sonra Maliye Bakanı öteki konular üzerindeki açıklamalarına geçti. Onun arkasından Tarım Bakanı şükrü Kaya Bey söz aldı. şükrü Kaya Bey, özellikle Tarım Bakanlığı’nı tenkit eden bir konuşmacıya cevap verdi ve ziraat işlerinin güzel cümleler, güzel sözler ve güzel mantıklarla gizlenecek bir şey olmadığını açıkladıktan sonra : Bu toprağa yazılan bir eserdir. Onun sayfaları açık ve herkes tarafından okunmaktadır” dedi ve ilâve etti : “Kalkıp da yüce Meclis’in huzurunda, şöyle yapıldı, böyle yapıldı gibi demagoji yapılabilir mi? Bu ne cür’ettir?”

Ticaret Bakanı Hasan Bey ve Bayındırlık Bakanı rahmetli Süleyman Sırrı Bey’den sonra konuşma sırası Dışişleri Bakanlığı’na ve Başbakanlık’a geldi.

Efendiler, Başbakan ismet Paşa, gensorunun genel olmasını teklif ettiği günden sonra, görüşmelere katılamayacak kadar, hastalanmış, yatıyordu. Millî Savunma Bakanı Kâzım Faşa, ismet Paşa adına kürsüye çıkarak gereken açıklamaları yaptı.

Artık gensoru görüşmelerine son verme zamanı gelmişti. Görüşme yeterliği kabul edildikten sonra, Feridun Fikri Bey’in Meclis soruşturması önergesi reddedildi.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN İSMET PAŞA KABİNESİ’NE GÜVENOYU VERMESİ MUHALİF KALEM SAHİPLERİNE DAHA NELER YAZDIRDI

19 oya karşı 148 oyla ismet Paşa Hükümeti güven oyu aldı. Bir kişi de çekimser kalmıştı.
Efendiler, Meclis’te yenilmiş olanların gazeteci arkadaşları, bu sonucu elbette hiç beğenmediler. Daha küskün ve inatçı bir şekilde hücumlara geçtiler.

9 Kasım tarihli Vatan gazetesinin başmakalesi : “Bugünkü idare şekli, adına göre milli hakimiyetin en yüksek şekli olmuştur. Fakat hükûmetçilerin zihniyeti biraz kazılsa, hemen hiç değişmemiş olduğu görülür” ve : “Bugün gerici kelimesi yeniden sık sık kullanılır olmuştur” şeklinde tenkitlerle doludur.

10 Kasım tarihli Vatan’ın “Meydan Muharebesi’nin Neticesi” başlıklı başmakalesinde Timurlenk’in fil hikâyesi tekrarlandıktan sonra, Hükûmet’i düşürmeye çalışanların iyi hareket edemediklerinden yakınan şu düşünceler yer alıyordu : “Ankara’da ilk gensoru görüşmeleri başladığı zaman, ortada tenkitçi, azimli bir çoğunluk vardı.” “Tenkitçiler bu durumu idare edemediler. ‘Teşkilâtsız kimseler olarak teker teker tenkitlerde bulundular.” “Teker teker yapılan tenkitler bile, sağlam ölçülerle yürütülemedi. Gensoru genelleşince, tatil zamanındaki not defterlerini açan olmadı. En keskin tenkitçiler bile, dillerinin altındakini söylemekten çekindiler.

Makale sahibi, duruma , politikacılık açısından bakarak, diyor ki : “Hükûmetçilerin mükemmel bir ayarlama ile ve başından sonuna kadar iyi düşünülmüş bir plânla hareket ettikleri görülür.”

Burada, insanın makale sahibine şöyle bir soru soracağı geliyor :

Milletin kaderinin sorumluluğunu ellerine aldırmak istediğiniz kimseler, aylarca ve aylarca hazırlandıktan ve istanbul’daki arkadaşlarıylada uzun boylu görüştükten sonra, sizin de belirttiğiniz gibi, dillerinin altındakini söylemekten çekinecek kadar kendilerine güvenemezlerse, topu topu on dokuz buçuk kişinin Meclis’teki hareketini birleştiremeyecek kadar güçsüz olurlarsa, bu kimselerin devletin başına geçmeye lâyık oldukları düşünülebilir mi?

Efendiler, Tanin’in “Mirsad-ı ibret” sütunundan da birkaç cümle okuyacağım. Bu sütunu dolduran yazar, bütün memleket Meclis’in genel görüşünü seyrettiriyor ve ona : “Eyvah! Bu da ötekiler gibi çıktı dedirtiyor.”

Pusuya yatan bu yazar, kulağına şu sözlerin fısıldandığını da işitiyor : “.. Eski yıkıntılarla yapılan bir binadan ne umarsın ki!…” acaba, bu yazıları yazmış olan kimse, o gün gerçekten böyle mi duygulanmıştı? Yoksa, bu anlamsız sözleri, milleti bize karşı kışkırtmak için bile bile mi yazıyordu? ister öyle, ister böyle olsun, her ikiside doğru değildi. Bu türlü yazarlar Cumhuriyet’e kötülük etmişlerdir.

Efendiler, Tevhid-i Efkâr’ın da “Faydasız ve kıymetsiz bir Zafer” diye yazdığı yararsız ve değersiz yazıları devam ediyordu.

Nutuk devam ediyor…